28 Şubat 2014 Cuma

TWİTTER HESABIMIZ

https://twitter.com/ncmddn_erbakan

Manşetlerin alkışını değil Allah’ın rızasını istedi

Manşetlerin alkışını değil Allah’ın rızasını istedi…

Manşetlerin alkışını değil Allah’ın rızasını istedi…

Sadece aynı dönemde mesleğe başlamış; Başbakanlık’ta, Parlamento’da aynı zamanlarda bulunduğumuz meslektaşım dost ve arkadaşlarımdan değil.

Sadece aynı dönemde mesleğe başlamış; Başbakanlık’ta, Parlamento’da aynı zamanlarda bulunduğumuz meslektaşım dost ve arkadaşlarımdan değil.
Mustafa Kurdaş'un Yazısı
Bizden seneler önce hem de gazeteciliğin “gerçekten gazetecilik” olduğu yıllarda mesleğin tutkusuna kapılmış gazeteci ağabeylerimden de Erbakan Hocamıza dair hep güzel sözler duymuşumdur. Hayır hayır! Bunun Erbakan Hocamızın gazetesi Milli Gazete’de çalışıyor olmamla hiç alakası yok. Bilirim ki bizim mahallenin sakinleri aksini düşünse daha acımasızca yansıtırdı bizlere. Biliriz ki, “Gazeteci milleti” esirgemez sözünü. Bir de “O’nun gazetecisi” olunca hep bize söylenirdi, sorulurdu. Hiç şikâyet de duymadım değil. Duyduğum en önemli şikâyet Erbakan Hocamızın toplantılara biraz geç gelmesiydi. Geç kalmalar şikayet edilirdi ama Erbakan Hocayı takip eden muhabir arkadaşım çok iyi bilirdi ki, haberin zenginliği, haberin albenisi noktasında hiçbir sıkıntı yaşamayacaktır. Çünkü O konuşunca haberin başlığını, üst başlığını ve hatta spotlarını bile adeta en cezbedici cümlelerle verirdi. Zira gazeteci bazen siyasilerin öyle konuşmalarına maruz kalır ki; dakikaları, saatleri almış konuşmalardan bile bir başlık çıkarana kadar karnı çatlar. Ispanaktan adeta yağ çıkarmaya çalışırdı. O, konuşunca meslektaşlarımızın yaşadığı en büyük sıkıntı ise “ne yazacağım”, “ne başlık atacağım” değil, “hangisini başlığa çıkarsam” tasası olurdu.
Bir yazar Erbakan Hocayla aynı masaya oturdu mu, bilirdi ki yazacağı yazı Türkiye’de konuşulacak cinsten olacak. O’nunla yapılan her röportaj, o röportajı yapan gazeteci meslektaşlarım için de meslek hayatlarının belli başlı gazetecilik deneyimleri arasında yer alır. Unutulmazlara girerdi.

ZOR ŞARTLARDA, ZOR BİR SÜREÇTE
17 Ekim 2011 Saadet Kongresi’nden sonra Erbakan Hocamızın genel başkanlık günleriydi. O zor şartlarda, zor bir süreçte ve o yaşında yine büyük bir “cihat” dersi vermiş  ve Genel Başkanlık mesaisine başlamıştı. “İki Mustafa”  yani hocamızın deyimiyle “adaşlar”.. Yani bildiğiniz biz; Mustafa Kurdaş  ve Mustafa Yılmaz ile Tanıtma Başkanı Atik Akdağ neredeyse hemen her gün hocamızın makam odasında; bir  toplantıda, bir çalışmada bulurduk kendimizi.  (Yazarken bile insan o tatlı heyecanı yaşıyor yüreğinde. Titriyor yürek inanın. O anları gerçekten yaşayan her insan için yıllar sonra da o anlar canlı kalabiliyor, o heyecan tekrar tekrar sarıyor benliği. Bazı nasipler vardır ki, ne kadar şükretsek azdır Allah (C.C)’a. Erbakan Hocamızla yaşanmış her anı yaşamak içimizdeki ne büyük bir özlem, hasret öyle değil mi.)  Televizyon programları.. Yazar buluşmaları.. Canlı yayınlar..  Gazete ve televizyon genel yayın yönetmenleri, Ankara temsilcileri… Ayları kapsayan medya planlaması gün gün, ince ince yapılıyordu. Kimi zaman 5 çayı, kimi zaman akşam yemeği. İkramsız olmazdı ama çoğu zaman ya tadımlık alınabilirdi ikramdan ya da masadan aç kalkılırdı. Zira Hocamız her medya buluşmasında gündemi sarsan açıklamalar yapıyor ve tabiki “Siyonizm’i” anlatıyor, zulüm dünyası yerine ömrünü adadığı “YENİ BİR DÜNYA” projesinin nasıl kurulacağını en anlaşılır ve etkili cümlelerle anlatıyordu.
Televizyon programları ya da meslektaşlarımızla çay-yemek sohbetlerinde dikkatimi celbeden en önemli ayrıntılardan birisi.. Ben 40 yıllık diyeyim, siz duayen deyin. Mesleğin en tecrübelileriyle gerçekleşen bütün buluşmalarda onların Erbakan Hocamıza gösterdiği saygı gözden kaçmayacak kadar büyüktü. Belki de saygıları Erbakan Hocayı çok sevdiklerinden değildi.. Ama Erbakan Hocanın 40 yılda Türkiye’de gerçekleştirdiği sosyolojik devrime bizatihi onlar şahitlik etmişti. Çoğu Erbakan Hocanın karşısında yer almış olsa da; birçok muhtıraya, birçok kampanyaya, birçok darbeye sürece rağmen  O’nun kararlılığıyla, O’nun yürüyüşüyle Türkiye’de nelerin değiştiğinin bizzat şahitleri oldukları için Erbakan Hocaya karşı saygıları da çok büyüktü.  İslami hassasiyetlerini, dünyasını benimsemeseler bile Erbakan Hocanın “devlet adamlığı”nı, “vatanperverliği”ni, “milletine olan aşkını”, “nezaketini”, “mücadele gücünü” ve “kararlılığını” müşahade ediyor, yazmasalar/yazamasalar bile bunları en az Erbakan Hocanın yol arkadaşları kadar biliyorlardı. 
İşte o “beş çayı” buluşmalarından birisinde Erbakan Hocamız, Ankara’nın deneyimli gazetecilerinden Yavuz Donat’ı ağırlıyordu.  Nezaket timsali  kişiliğiyle, Hocamız her zamanki gibi misafirini yine ayakta karşılamıştı. Zor da olsa ayakta. Bir eliyle masadan destek alırken diğer eliyle de tokalaşmıştı Donat’la. Yavuz bey gerçekten çok nazik bir insandı ama hiçbir nezaket sahibinin nezaketi Erbakan Hocanın nezaketi yanında mevzu bahis bile olamazdı. Sohbetin başlarında Yavuz bey;
“Hocam” dedi..
“Zatialiniz çok çok büyük şeyler yaptınız. Sıfırdan başladınız ve hareketinizi bugünlere kadar hiç değişmeden taşıdınız. Üstelik de Türkiye’yi değiştiren bir dinamik olarak geldiniz.”
Donat, bunları söylerken cümlenin sonuna  40 yıllık politikacılardan bir başka ismi daha ekleyivermişti. Hocamızla o politik şahsı kıyaslamıştı. Erbakan Hocamız tebessümle karşıladı sözü edilen  “politik” isimle ilgili kanaati. Sonrasında da;
“Ne münasebet” dedi. Ve oldukça vurgulu bir ses tonuyla ekledi..
“Biz asrı değiştirdik, asrı.”
Ve sordu;
“Söyler misiniz O ne yapmıştır?”
Bir kızgınlık yoktu bu cevapta. Ya da o politik şahsın şahsiyetine de bir kastı yoktu. Ama bir hakikatin de bu kararlılıkta, bu etkide, bu netlikte ve de bu inançla ortaya konması gerekiyordu. İşte biz de bu sohbete şahitlik yaptığımız için Milli Gazete’nin Hocamızın vuslatındaki “Hicretin Kutlu Olsun” manşetinde “ASRI DEĞİŞTİREN LİDER” vurgusunu özellikle yapmıştık.

EN ŞEDİD RAKİPLERİ İLE BİLE HESAPLAŞMA GAYESİ GÜTMEDİ
Erbakan Hoca, kişisel olarak gazetecilerle saygın ve istismarı olmayan bir iletişim kurdu hep. O hiçbir zaman hiçbir gazeteciyle hesaplaşma derdinde olmadı. Aslında en güçlü rakipleri, hatta en şedid rakipleri ile bile hesaplaşma gayesi gütmedi. Dikkatinizi çekerim “en şedid rakipleri” dedim, zira O’nun hiç düşmanı olmadı. O’nun gayesi; tek gayesi davasıydı. Hedefine kilitlenmiş bir roket gibi, davasına kilitlenmişti. Bizzat Erbakan Hocanın yüzünden hiçbir gazeteci işinden, hiçbir yazar köşesinden olmadı. Çoğu siyasetçi için “gazeteci” genellikle “haberi, yazıyı, yorumu” ifade etmiştir. Ama Erbakan Hoca için gazeteci her zaman önce insan oldu . İlla haber  yazılsın, köşe yazılarında bahsedilsin kaygısı hiçbir zaman “insan” olmanın önüne geçmedi. Elbette bir gazeteciyle iletişimde esas buydu belki. Kendini anlatmak, görüşlerin kamuoyuna mal olması elbette mühimdi. Ama; O, gazetecilerle olan özel sohbetlerini de daima “tebliğ” üzerine inşa ederdi. Bir asker de, bir mühendis de, bir iş adamı da ve tabi ki bir gazeteci de Erbakan Hoca için öncelikle Hakk olanla tanışması gereken kişiydi. O siyaseti hafızalara kazınan sözleriye, “Oy için değil, Allah rızası için” yapan biriydi. Bir vatandaşın oyundan önce gelen şey o vatandaşın yüreğinde cihat şuurunun yeşermesi, YENİ BİR DÜNYA’nın kurulmasıydı. Yüreklerde kurulacak YENİ BİR DÜNYA’nın kurulmaması imkansızdı. Bir gazeteciden asıl beklediği de haber olmak değil, önce onun şuurlanmasıydı.

HİÇBİR KONUŞMASININ BAŞI VE SONU MEDYADA YER ALMADI
Buna rağmen… Anadolu’yu, inancı, bu milleti millet yapan değerleri “ötekileştiren” medya yönetimi ile egemen zihniyet birbirini beslediği için olsa gerek.. Erbakan’ın hiçbir konuşmasının başı ve sonu medyada yer almadı. Medyanın hep hedef tahtasına konuldu. Bugün bile ehemmiyeti yeni yeni anlaşılan Aselsan gibi kuruluşlar, ağır  sanayi fabrikaları, tank ve uçak projeleri hep itibarsızlaştırılmaya çalışıldı. Kıbrıs’ın fethi bile O’ndan adeta manşetlerle çalınmaya çalışıldı. “Fatih”lik payesi Bülent Ecevit’e verilmek istendi. Yalan haberler, iftiralar, ithamlar, karalama kampanyaları… Ne kadar menfi kavram varsa hep Erbakan Hocamızın üzerine sıçratılmak istendi. Muhtıralar verildi, darbeler yapıldı, süreçler işletildi, mahkemeler kuruldu. Erbakan Hoca olmadık şeylerle yargılanıp cezalara çarptırıldı. Ama O, mahkemelerden önce gazete sayfalarında, televizyon ekranlarında yargılandı. Hakimlerden önce O’nu hep önce gazeteciler mahkum etmek istedi. Erbakan Hocamızla ilgili yürütülen kampanyaları tek tek ele alsak sayfalar yetmez, biliyorum. Bu arenada hakkında çıkan tek bir küçük haberle bile enkaz altında kalan o kadar çok kişilik vardı ki. Tek bir haberle yerle bir olmuş, silinip gitmiş.. Ama O ne kadar düşmanca olursa olsun, ne kadar iri puntolarla atılırsa atılsın hiçbir manşetin altında kalmadı. Yapılan hiçbir itham ve karalama, atılan hiçbir çamur O’nun üzerinde iz bırakamadı. Hiçbir dezenformasyon lekesi O’nda tutmadı. Erbakan Hocamızla savaşan gazeteler, gazeteciler aslında adeta kendileriyle savaşır hale düştü. Gazete sayfalarında, televizyon ekranlarında O’nun itibarını zedelemek isteyenler, kendi itibarlarını yerle bir ettiler. Zamanla hep kendileri “güvensiz” hale geliverdiler.
Hani dedik ya, “Erbakan’ın hiçbir konuşmasının başı ve sonu medyada yer almadı” diye. Bir hatıramı daha nakletmiş olayım. Milli Gazete’de mesleğe başladığım ilk zamanlardı. Reha Muhtar TRT’de “Ateş Hattı”nı yapıyordu. Ve Erbakan Hocamızla bir çekim yapmak üzere Hocamızın makamındaydı. Bir taraftan TRT ekibi çekim hazırlıklarını sürdürürken, diğer taraftan da Erbakan Hocamız, Reha Muhtar’ı karşısına almış konuşuyordu. Malum çok çok uzun yıllar TRT ambargosu yaşanmıştı zaten.
“Bak Reha” dedi Hoca..
“Daha önce de geldin, tam 60 dakika çekim yaptın ama 20 saniye bile yayınlamadın.”
Reha Muhtar’ın yüzüne hafiften mahcubiyet hissi düşmeye başlamıştı.
“Zaten sabıkalısın. Yine aynı şey olmasın. Yine sadece üç cümlemizi vereceksen hiç çekime başlamayalım ”

TEK MERKEZDEN GELEN BİR EMİR VARDI
Dünyada manşetlerin önce  yok saydığı, sonra görmemeye çalıştığı.. Medyanın ambargosunu çok istikrarlı ve kararlı bir şekilde ve uzun yıllar devam ettirdiği.. Yok sayamayınca, görmemezlikten gelemeyince de neredeyse topyekün savaşa kalkıştığı nadir liderlerden birisiydi Prof. Dr. Necmettin Erbakan. Belli ki, Türkiye’deki Hocamızın deyimiyle “bir kısım medya” tam bir orkestra performansı ortaya koyuyordu. Tek merkezden gelen bir emir vardı ve bu emir doğrultusunda genellikle isteseler de istemeseler de gazeteciler/gazeteler O’nu ya hiç görmeyecekler ya da emredildiği gibi sütunlara, köşelere taşıyacaklardı. Orkestra şefinin çizdiği figürlerin dışına kimse çıkamıyordu. Aslında sadece Reha Muhtar değil, “sabıkalı” olan medyanın tamamıydı. İşte bütün bunlara rağmen medyada “Erbakan haklı çıktı” ya da “Hoca haklı çıktı” başlıklarını da çok okuduk, çok duyduk. “Erbakan Haklı çıktı başlığı 40 yıllık zaman içerisinde tekrar edip durdu kendisini. Bütün engelleri aşarak, ambargoları delerek gazetelerin birinci sayfalarına çıkmayı başardı “Haklı çıktı” başlığı. Hocamızın vuslatından sonra, bugün bile hâlâ atılmak zorunda kalınan bir başlık; “Hoca haklı çıktı”.
Evet bugün  de tazeliğini koruyor “Erbakan haklı çıktı” başlığı. Yarın da aynı başlıklar atılacak. Çünkü O; her ne pahasına olursa olsun bir başbakan olmaktansa “Hakkı temsil etmeyi, haklı olmayı” tercih etmişti her zaman. O, manşetlerden alkışlanmayı değil, Allah’ın rızasını kazanmayı kazanım bilmişti.

 

28/02/2014 TARİHLİ KÖŞE YAZISI. / SEVGİLİ UĞUR CİVELEK ABİMİZDEN


Uğur Civelek


Ayinesi iştir kişinin, lafa bakılmaz!..

Uğur Civelek

Uğur Civelek

Aylar ve haftalar birbirini kovalıyor, fakat gerek dış gerekse iç koşullar düzelmiyor. Tam aksine sorunlar ağırlaşıyor, beklentiler bozuluyor ve kırılganlık artıyor; güvensizlik arttıkça sabır sınırları zorlanıyor. Ekonomik, sosyal ve siyasi istikrarsızlık birbirini besleyerek uykuları kaçırıyor. Etkili ve yetkili kesimlerin sakinleştirme amaçlı söylemleri pek bir işe yaramıyor. Çok uzun bir süredir gerçekleri gözardı ederek günü kurtarmaya çalışmanın birikmiş faturası gündeme ambargo koymaya devam ediyor. Ayağı yorgana göre uzatmamanın, hesapsızlığın, aşırılıkları zorlayan şuursuzluğun açığa çıkması önlenemiyor...
Yukarıda özetlemeye çalıştığımız yıkıcı tablonun ilk sonuçları üreten kesimleri zorluyor: Nakit sıkışıklığı yeni rekorlara koşarken, iflas erteleme başvuruları geometrik bir hızla artıyor. Üretim veya tüketimin yoğunlaştığı bölgeler bu olumsuzlukları daha fazla hissediyor, bunalıyor. Ekonomi daralıyor, istihdam alarm veriyor ve enflasyon beklentileri bozuluyor. Etkili ve yetkili kesimlerin bu olumsuzlukları görmezden gelen tavrı sıkıntı yaşayan kesimleri çileden çıkarıyor. Ateş düştüğü yeri yakıyor...
Yaşanan olumsuzlukların gerekçesi olarak öne sürülen konular çeşitleniyor. Riskten kaçınma eğilimi dalgalı bir şekilde yükselmeyi sürdürüyor. Federal Reserve’nin parasal genişlemeyi kısmaya devam etmesi, bataklığa dönüşen Suriye politikası, Batı ile Rusya arasındaki çekişmede iyice istikrarsızlaşan Ukrayna’nın karışması, gelişmekte olan ekonomilerin içine düştüğü türbülanstan nasıl çıkacağının bilinmemesi, ülkemizdeki siyasi idare içindeki kan davasına dönüşen çatışma nedeniyle hukuk devleti çizgisinden hızla  uzaklaşılıyor olması ve yaklaşan seçimlerin yarattığı gerginlik, Türk TIR’larının Batı Avrupa güzergahında karşılaştığı engellerin artması gibi konular hareket yeteneğini iyice daraltıyor. Sürdürülebilir olmayan rotayı zorlamanın tüm olumsuz sonuçları kapıyı çalıyor...
Bıçak kemiğe dayandıkça sabır taşı çatlıyor, hoşgörü azalırken tepkisellik yükselişe geçiyor. Bugüne kadar benimsediği tercihlerle hem kendini hem de ülkeyi köşeye sıkıştırıp çaresizliğe mahkum eden siyasi irade çözüm üretemiyor, istikrarsızlığın artışını yasaklar ve keyfiyetle önlemeye çalıştıkça durum ciddileşiyor. Sorunu ağırlaşan ve kirli çamaşırları gördükçe kafası karışan insanlar saatli bombaya dönüşmeye başlıyor!.. Siyasi partilerin Meclis grupları ve tabanları da bu olumsuzluklar fırtınasından aynı şekilde etkileniyor. Yeterince farkında olunmasa bile her şey değişiyor; hem de en istenmeyen şekilde!.. Doğal olarak korkunun ecele fayda etmeyeceğini anlayanlar sayısal olarak azınlıktan çıkıp çoğunluk olmaya başlıyor. Kendini en güçlü sanma gafletine düşenlerin yalnızlaşma korkusu büyüdükçe keyfiyet ve yasakların dozu artıyor... Gerek yabancıların gerekse yerlilerin içeriye yönelik algılamaları olumsuzlaştıkça stratejik tercihleri de bu durumdan etkileniyor... Bu gidişatın durdurulması yönündeki çabaların başarısızlığı söz konusu olumsuz süreci beslemeye devam ediyor.
Döviz kuru ve faizlerdeki yükselişin, makro ekonomik göstergelere ilişkin beklentilerdeki olumsuzlaşmanın, artan istikrarsızlık endişelerinin temel sebebi yukarıda özetlemeye çalıştığımız yanlışlar zincirinden oluşan kısır döngüdür. Orta ve uzun vadede böylesi bir duruma düşmemek için yapılması gerekenler yapılmaz ve kısa vadeli bir bakış açısı ile yapılmaması gerekenlere abone olunur ise sonucun daha farklı olması beklenemez. Gerçekler eninde sonunda açığa çıkar ve riskten kaçınma eğilimi artar. Gerçeklerin en iyi dost, dürüstlük ve açıklığın en iyi siyaset olduğunu nefsine hakim olamadığı için anlamayanlar bundan sonra yaşanacakların sorumlusudur. Felaket tellalı diyerek doğru söyleyeni dokuz köyden kovanlar, aldattıkları kesimlerin büyüyen öfkesinden kurtulamaz ve mevcut anlayışları ile istikrarsızlığın artmasını önleyemezler...
Ne diyelim, tüm yaşananlara rağmen kula kulluk uykusundan uyanamayanları da Allah ıslah edecek!..

MİLLİ GÖRÜŞ DİK DURUŞ

MİLLİ GÖRÜŞ DİK DURUŞ









    İMAN VARSA İMKANDA VARDIR
http://www.balikligol.com/resimler/2/erbakanin-unutulmayan-sozleri-6767.jpg

MİLLİ GÖRÜŞÇÜLERİ AYAKTA TUTAN ......

http://www.firtinagenclik.com/forum/images/portal/erbakan1.bmp

YOLUN YOLUMUZDUR SAVUNAN ADAM...

http://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/0/0e/Necmettin-Erbakan.jpg

TRT Genel Müdürü 'rezalet'e suskun kaldı!

TRT Genel Müdürü 'rezalet'e suskun kaldı!

TRT Genel Müdürü 'rezalet'e suskun kaldı!

TRT Genel Müdürü İbrahim Şahin, Bazı diziler eleştiriliyor, manevi yapımızı rencide ediyor diye ciddi eleştiriler ortaya konuluyor. Ama ben o tarafa çok fazla girmek istemiyorum dedi.

Okan Üniversitesi’nin 15. kuruluş yıldönümü etkinlikleri kapsamında düzenlenen “Son 15 Yılda Türkiye’de Sinema-TV” paneline katılan TRT Genel Müdürü İbrahim Şahin, “Bazı diziler eleştiriliyor, ‘manevi yapımızı rencide ediyor’ diye ciddi eleştiriler ortaya konuluyor. Ama ben o tarafa çok fazla girmek istemiyorum” dedi.
 
Bazı ülkelerin kendilerini daha iyi anlatmak ve tanıtmak için çok yüksek miktarlarda paralar harcadıklarını belirten Şahin, “Türkiye diziler aracılığıyla cüzi de olsa paralar kazanıyor ama kendi kültürünü, yapısını ve Türk toplumunu dışarıya ‘yumuşak güç’ olarak aktarması paha biçilemez. 102 ülkeye ihraç edilen diziler Türkiye’nin yumuşak gücü” diye konuştu.
 
Okan Üniversitesi, 15. kuruluş yıldönümü etkinlikleri kapsamında bu yıl Türkiye’deki belirli sektör ve alanlarda son 15 yılın değerlendirileceği çeşitli paneller düzenleyecek. Bu panellerin Tuzla Kampüsü’nde gerçekleştirilen ilkinde “Son 15 Yılda Türkiye’de Sinema-TV” konusu masaya yatırıldı. Panele TRT Genel Müdürü İbrahim Şahin’in yanı sıra Doğan TV Holding CEO’su İrfan Şahin, Sinema Genel Müdür Yardımcısı Ali Atlıhan, Yönetmen Derviş Zaim ve Aktör Ediz Hun katıldı.
 
“Diziler sayesinde Araplar bizi sevdi”
 
Panelde konuşan TRT Genel Müdürü İbrahim Şahin, dizi ihraçlarına kadar Arap bölgesinde Türkiye’ye karşı bakışın inanılmaz negatif olduğunu, dizilerin bu bölgelerde yayınlanmasının ardından Türkiye ve Türklere karşı bakış açısının değiştiğini söyledi. TRT’ye ilk geldiği yıllarda Programlardan Sorumlu Genel Müdür Yardımcısı ile kanalları izlediğini belirten Şahin, “1953 yapımı bir film gördüm kanallarımızdan birinde yayınladığımız. Kendisine neden son dönem filmlerini koymuyorsunuz diye sordum. ‘Efendim canları isterse izlesinler istemezse izlemesinler’ gibi bir cümle sarf etmişti. Kaliteli bir şey koymazsanız 3 saniyeniz var. İzleyici hemen kanal değiştiriyor” diye konuştu.  
 
“Bir bölüm 226 bin dolara satılıyor”
 
Günümüzde 226 bin dolara dizilerin bir bölümünün satıldığını belirten İbrahim Şahin, şunları söyledi: “Bu gerçekten inanılmaz bir şey. Bunu sadece bir ülkeye satıyorsunuz. Bazı diziler 50 ülkeye satılıyor. Şu an Türkiye 102 farklı ülkeye dizi ihraç ediyor. Arap ülkelerinin en etkili kanallarından olan NBC bizimle birlikte bir tv dizisi çekmek istedi. Biz bunu kabul etmedik. Eğer böyle bir projeye girseydik 2. 3. diziden sonra kendi ülkelerinde bu tarz diziler yapma becerisini ortaya koyacaklardı. Bu, bizden kopmalarına neden olabilirdi. Bu fırsatı iyi değerlendirmemiz gerekiyor.”
 
İrfan Şahin: “Doğan grubunu içerik üreticisi haline getirmek istiyorum”
 
Dünyada içerik problemi olduğunu belirten Doğan TV Holding CEO’su İrfan Şahin, “Doğan TV Holding’in CEO’suyum. Şirketin adını “Doğan Entertainment” olarak değiştirmek istiyorum. Ben Doğan grubunu içerik üreticisi haline getirmek istiyorum. TV kanalı olmak istemiyorum. TV benim yan işim” dedi. Gelecekte tek önemli şeyin içerik olacağını belirten İrfan Şahin, “Ben film üretmek, dizi üretmek, müzik üretmek istiyorum. İyi bir film yaparsanız gördüğünüz gibi 6 milyon kişi izler. Dünyada içerik açığı var. Gençlere bu yönde çalışmalarını öneriyorum.
 
Bekir Okan: “Dizi ihracatımız 150 milyon dolar”
 
Okan Üniversitesi’nin en önemli görevlerinden birinin de Türkiye’nin sorunlarını sektörlerle birlikte akademik ortamda tartışıp çözüm önerileri sunmak olduğunu belirten Okan Üniversitesi Mütevelli Heyet Başkanı Bekir Okan da, şunları söyledi: “Türkiye’de en çok gelişen sektörlerden biri Sinema-TV. Öğrencilik yıllarımızda tek kanal ve siyah beyaz TRT vardı. Rahmetli Özal döneminde özel televizyon kanalları açıldı. Çocukluğumuzda Amerikan dizileri çok meşhurdu. Son dönemde bir bakıyorsunuz bir komedi filmi çıkıyor 6 milyon izleyiciye ulaşıyor. Bu durum, sektörün çok geliştiğini gösteriyor. Üniversitemizin Sinema-TV bölümü var. Orada yetişen gençlerin sektöre çok ciddi katkılar sağlayacağına inanıyorum. Sinema ihracatımız 50 milyon dolara yaklaşıyor. Dizi ihracatımız da 150 milyon dolar.” Okan Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Şule Kut ise, Sinema-TV sektörünün Türk ekonomisine son 15 yılda ciddi katkılar sağladığını söyledi. Kut, “Ayrıca siyasi olarak da Türkiye’nin özellikle bir dönem kendi çevresinde ve dünyada yumuşak güç olarak algılanmasında da Türk dizilerinin çok büyük bir payı var” diye konuştu.
 
İŞTE MİLLİ GAZETE'DE YERALAN O HABER 
Türkiye’de siyasiler, gazetelerin iç sayfalarındaki haberlerden televizyonlardaki haber bültenlerinin altyazılarına kadar hemen her yere müdahale ederken, ekranlardaki dizi rezaletlerine ise seyirci kalıyorlar. Hatta vatandaşın televizyon dizilerindeki rezaletleri şikayet etmesi de görmezden geliniyor. Çeşitli gayr-i ahlâkiliğin ve sapkınlığın topluma zerk edildiği televizyon dizileri vatandaş şikâyetlerinin merkezinde yer alırken, diz boyu rezaletlere yine göz yumuluyor.
Şikâyetin Merkezinde Diziler Var
Televizyon yayınlarıyla ilgili Radyo ve Televizyon Üst Kurulu İletişim Merkezi’ne geçen yıl yapılan bildirimler yüzde 15 artarak, 118 bin 416’ya ulaştı. 2013 yılında en fazla şikâyet edilen program türü diziler olurken; dizilere yönelik şikâyetler 2012’de 48 bin 823 iken, 2013’te yüzde 5 artarak 51 bin 285’e yükseldi. Her türden çarpık ilişkinin ve ahlâksızlığın gayet normalmiş gibi aktarıldığı dizilere gelen şikâyetler artsa da, bunlara yönelik herhangi bir somut yaptırımın olmaması da dikkatlerden kaçmadı. Öte yandan vatandaş şikâyetlerinde en fazla artış ise “dini ve moral sohbet programları” kategorisinde gerçekleşti. 2012’de 78 bildirimin gerçekleştiği program türünde, geçen yıl bildirim sayısı 4 bin 388’e çıktı.
Zehir Enjekte Ediyorlar
2013’te en çok şikâyet alan program 28 bin 420 bildirimle Show TV’de yayınlanan “Salih Kuşu” dizisi oldu. ATV’deki Bizim Okul dizisi 7 bin 145, Star TV’deki Muhteşem Yüzyıl dizisi bin 643 ve Kanal D’nin Yalan Dünya dizisi de 490 bildirimle şikâyetlerde başı çeken yapımlar oldu. Dizilerin topluma verdiği tahribat, milli ve manevi değerlerin ayaklar altına alınması yetmezmiş gibi çarpık ve sapkın ilişkilerin de konu alınmasıyla daha da büyümeyi sürdürüyor. Şikayetlerin tavan yaptığı diziler, çıplaklık, fuhuş, gayr-i meşru, gayr-i ahlâki ve sapkın ilişkilerden tutun da, tarihi gerçeklerin çarpıtılmasına kadar pek çok noktada topluma adeta zehir enjekte ediyor.
Televizyon yayınlarıyla ilgili Radyo ve Televizyon Üst Kurulu (RTÜK) İletişim Merkezine geçen yıl yapılan bildirimler yüzde 15 artarak, 118 bin 416’ya ulaştı. AA muhabirinin edindiği bilgiye göre, 2012’de 103 bin 67 olan bildirim sayısı geçen yıl artış gösterdi. 2013’te diziler en fazla şikayet edilen program türü oldu. Dizilere yönelik 2012’de 48 bin 823 bildirim gelirken, rakam 2013’te yüzde 5 artarak 51 bin 285’e yükseldi. Öte yandan en fazla bildirimde artış ise “dini ve moral sohbet programları” kategorisinde gerçekleşti. 2012’de 78 bildirimin gerçekleştiği program türünde, geçen yıl bildirim sayısı yüzde 5525.6 oranında artarak 4 bin 388’e ulaştı.
En çok şikayet edilen kanallar ve programlar
Geçen yıl izleyiciler tarafından en fazla bildirim yapılan kanal Show TV, en çok bildirim alan program ise Show TV’de yayınlanan Salih Kuşu oldu. En fazla bildirim yapılan program türü diziler, reklam Vivident, doğrudan satış ürünü de Gergedan olarak belirlendi. İzleyiciler en fazla yayınlarda kişilik hakları ihlallerinden, iftira ve hakaret niteliğinde yayınlar yapılmasından şikayet etti. 2013’te en çok bildirim alan kanal 34 bin 204 bildirimle Show TV olurken, onu 12 bin 256 bildirimle ATV, 9 bin 525 bildirimle Halk TV, 6 bin 75 bildirimle Star TV ve 5 bin 887 bildirimle Kanal D izledi. Show TV’de yayınlanan Salih Kuşu adlı yapım 28 bin 420 bildirimle en fazla bildirim alan program oldu. Halk TV Haber Bülteni 9 bin 044 bildirimle ikinci olurken, onu 7 bin 145 bildirimle ATV’nin Bizim Okul dizisi, bin 643 bildirimle Star TV’nin Muhteşem Yüzyıl dizisi ve 490 bildirimle Kanal D’nin Yalan Dünya dizisi izledi.
Ana haber bültenlerine  “Gezi Parkı” tepkisi
Benzer şekilde bildirim artışı haber bültenlerinde yaşandı. Bir önceki yıl haber bültenleriyle ilgili RTÜK’e bin 867 bildirim gelirken, 2013’te bu sayı da yüzde 878 artarak 18 bin 274’e yükseldi.
İzleyicilerin şikayet sebepleri değişti
RTÜK’e bildirimde bulunan izleyicilerin programlarla ilgili bildirim gerekçeleri de geçen yıla göre farklılık gösterdi. Bildirimlerin yüzde 21’inde yayınlarda kişilik haklarının ihlal edildiği, kişilere iftira ve hakaret edildiği belirtildi. 2012’de bu sebeple 8 bin 442 bildirim yapılırken, 2013’te sayı yüzde 412 oranında artarak 43 bin 278’e çıktı. En fazla değişim oranı, yayınların şiddeti özendirici veya kanıksatıcı olmasıyla gerekçesiyle yapılan bildirimlerde yaşandı. Bir önceki yıl bu sebeple yapılan bildirim sayısı 2 bin 430 iken, geçen sene rakam yüzde 525 artarak 15 bin 194’e yükseldi. Yayınların genel ahlaka ve ailenin korunma ilkesine aykırı olduğu gerekçesiyle yapılan bildirimlerde ise 2012’ye göre yüzde 63 oranında azalma gerçekleşti. 2012’de söz konusu gerekçeyle 43 bin 670 bildirim yapılırken, 2013’te bu sayı 15 bin 829’a düştü.
Spor programlarında “ilke” işe yaradı
Diğer taraftan spor haber programlarıyla ilgili bildirimlerde de yüzde 63 oranında azalma gerçekleşti. 2012’de RTÜK’e spor haber programlarıyla ilgili 12 bin 202 bildirim gelirken, geçen yıl sayı 4 bin 520’ye geriledi. Yetkililere göre bu düşüşte, RTÜK’ün Televizyon Yayıncıları Derneği ile hazırladığı “Spor Programları Rehber İlkeleri” etkili oldu. /AA
 
 
 
 
 

Yol arkadaşlarının dilinden Erbakan


Yol arkadaşlarının dilinden Erbakan

Yol arkadaşlarının dilinden Erbakan

Milli Görüş Lideri merhum Prof. Dr. Necmettin Erbakan, vefatının 3’üncü yıldönümünde ESAM’da yol arkadaşlarının anlatımıyla anıldı.

Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Merkezi’nin(ESAM) Çarşamba konferanslarının bu haftaki konukları Erbakan’ın yol arkadaşları, ESAM Genel Başkanı Recai Kutan, Saadet Partisi YİK Üyesi Ahmet Tekdal ve Fehim Adak oldu. “Yol Arkadaşlarından Erbakan Hoca” konulu konferansa çoğunluğu öğrenci, genç ve bürokratların olduğu yüzlerce kişi katıldı. Milli Görüş Lideri merhum Prof. Dr. Necmettin Erbakan’ın Dava Arkadaşları, Erbakan Hoca’yla ilgili anekdotlarını katılımcılarla paylaştı.
BÜNYAMİN GÜLER / ANKARA
HAYATI 1’İNCİLİKLERLE DOLU
Erbakan Hoca’yla 1947 yılında İTÜ’ye öğrenci olarak girdiğinde tanıştığını söyleyen ESAM Genel Başkanı Recai Kutan, iyi ve kötü günlerde, sosyal ve kültürel faaliyetlerde, siyasette ve yaklaşık bir yıl süreli hapishane hayatında toplamda Erbakan Hoca’yla 66 yıl beraber olduklarını kaydetti. Ömrü boyunca cihat etmiş ve bunun karşılığında, en büyük haksızlıklara ve zulümlere uğramış Erbakan Hoca’yı kısa süre içinde anlatmanın mümkün olmadığına dikkat çeken Kutan, “Onun için kısa cümlelerle anlatıyorum. Erbakan Hoca, aileden iyi bir eğitim aldı. Eğitim hayatı hep birinciliklerle geçti. Liseyi birincilikle bitirdi. İTÜ’ye birincilikle girdi. Giriş imtihanında gösterdiği büyük başarıdan dolayı eğitime 2’nci sınıftan başlatıldı. Böylece Demirel’le aynı sınıfta oldular. Ve İTÜ’den birincilikle mezun oldu. İTÜ motor kürsüsüne asistan olunca, araştırma çalışmaları yapmak üzere üniversite tarafından Almanya’ya gönderildi” dedi.

TÜRKİYE’NİN EN GENÇ DOÇENTİ
Almanya’da çok kısa bir zamanda 3 tane tez hazırladığını belirten Kutan, “Bu tezler Almanya ilim çevrelerinde çok büyük ilgi gördü. Bu tezlerden birisi ile 1953 yılında 27 yaşında Türkiye’nin ‘en genç doçenti’ oldu. Yine kısa bir süre sonra profesör oldu. Böylece çok genç yaşta, maddi ilimlerde, gerçek bir ilim adamı unvanına sahip oldu. Bu başarıların temelinde, Cenab-ı Hakkın lütfettiği muhteşem zekâ ve hafızası, inancı, sabrı ve azmi vardır. Erbakan Hoca çok iyi bir İslami terbiye almış, samimi bir dindar idi. Henüz lisede öğrenci iken, İstanbul’un büyük âlimi Hüsrev Hoca’dan ders almaktaydı. İTÜ öğrenciliğinden itibaren de ardı ardına 3 büyük mürşitten Hacı Hasip Serezi, Abdülaziz Bekine ve Mehmet Zahit Koktu’dan feyiz aldı. Böylece maddi ilimlerdeki başarılarına ilaveten güçlü bir İslami altyapıya da sahip oldu” diye konuştu.

ALLLAH LAFZINI AĞZINDAN DÜŞÜRMEDİ
Erbakan Hoca’nın Allah lafzını hiç dilinden düşürmediğini kaydeden Kutan, “Önüne beyaz bir kağıt aldığında, yazmaya başlamadan önce kağıdın sağ üst köşesine mutlaka besmele yazardı. Her toplantıyı mutlaka Fatiha ile açar, Fatiha ile kapatırdı. Son derece nazik bir şahsiyetti. Hastalandığında hastanede, kıpırdamaya mecali yokken bile, bir kez olsun namazını aksatmamıştı. Son günlerinde abdest alamayacak duruma gelince, arkadaşlarımızdan teyemmüm için kiremit istemişti. Netice olarak Hocamız hayatını İslam’a adamış bir mümindi. Halkımızın büyük bir bölümü böyle bir liderin değerini çok iyi anlamış ve ona en yakışan ve uyan ‘Mücahit Erbakan’ ve ‘Erbakan Hoca’ sıfatlarını layık görmüştü” şeklinde konuştu.
HARİTADAN İSTEDİĞİN YERİ SEÇ
Erbakan Hoca’yı ilk defa Kızılay’da verdiği ‘İslam ve İlim’ adlı bir konferansta tanıdığını belirten Saadet Partisi YİK Üyesi Ahmet Tekdal, “Konferansı zevk alarak dinledim. Düşüncelerim zenginleşti ve son derece etkilendim. Sonraki yıllarda ülkenin siyasi durumu bizi çözüm ve yol arayışına itti. Bir taraftan iş hayatının sorumluluklarını dile getirirken, diğer taraftan ise siyasal ve sosyal hayat içerisinde yer almaya çalışıyorduk. Hoca’mızla birlikte içinde bulunduğumuz çok görevler oldu. 1987 yılında Hoca’mızın siyasi yasaklığı kalkınca kongreye gidildi. Hoca’mız genel başkan oldu. Biz de yardımcıları olarak yanında yer aldık” dedi. Tekdal, bir hatırasını da dinleyicilerle paylaşarak, “Bir gün yan yana oturuyoruz. Seçimler de gelecek, 1988 yılının sonlarıdır. Hiç kimseye sormadığı bir soruyu o zaman bana sordu. Türkiye haritasını önüme koydu. ‘Ahmet kardeşim nerden aday olmak istersen seç’ dedi. ‘Efendim üç gün düşünsem aklıma bir şey gelmez’ dedim. Sonra Oğuzhan Bey araya girdi. ‘Memleketi Ağrı’dır, Ağrı’dan girsin’ dedi. Biz de Ağrı’dan girdik seçimlere” diye konuştu.

SİYASET DEĞİL CİHAT YAPIYORDU
Erbakan Hoca’yı tanımanın büyük bir bahtiyarlık olduğunu ifade eden Tekdal şunları kaydetti: “Ben kendisinin dizinin dibinde yetiştim. Onu tanıma bahtiyarlığına erdim. İslam’ı ve İslam’ın değerlerini, İslam’ın Peygamberi’nin karşısındaki tavırlarını çok net bir şekilde algıladığım için, her geçen gün bahtiyarlığım arttı. O isteseydi; başbakan olurdu, cumhurbaşkanı olurdu. Ama o bunlara hiç iltifat etmedi. O Erbakan olmaya özendi ve gayret etti. En son verdiği bir konferansta ‘Gayemiz bütün beşeriyetin saadettidir’ dediği gibi bütün hayatını buna vakfetti. O siyaset yapmıyordu cihat yapıyordu.”

HAK EKSENLİ SİSTEMLER YAPIYORDU
Erbakan Hoca’nın Türkiye siyasi tarihinde önemli çığırlar açtığını kaydeden Saadet Partisi YİK Üyesi Fehim Adak ise, Erbakan Hoca’nın yaptığı ekonomik paketlerle Türk vatandaşlarını büyük yükümlüklerden kurtardığını belirtti. Türkiye’de tatbik edilen ekonomik sistemlerin çoğunlukla vatandaşı ezmeye imkan sağlayan sistemler olduğunu bildiren Adak, “Hoca’mız Hak eksenli sistemler yapmaya gayret ediyordu. Hocamız yaptığı 10 milyarlı dolarlık 3 paketle devleti ve vatandaşları ekonomik yönden rahatlattı. Bu üç paketten 1’incisi Hocamız zamanında tatbik edildi. Buradan toplam 13 milyar dolarlık bir tasarruf elde edildi. Yani bu para herhangi bir vergi, herhangi bir zam ya da bir taban fiyatını aşağıya çekerek temin edilmedi. Bu tamamen milletin gasp edilen ve yanlış bir şekilde milletin elinden alınan paraların tekrar millete iadesi şeklinde oldu” dedi.  “İstediğiniz kadar ‘zulme karşıyım’ deyin” bu deyişin hiçbir faydası olmayacağını söyleyen Adak son olarak şunları kaydetti: “Bana göre, Hocamızın büyüklüğü mevcut ekonomik sistemi değiştirerek işe başlamasıdır. Çünkü mevcut sistem tamamen zulüm sistemidir. O ‘sisteme karşıyım’ demekle yetinmedi. Onu yerine Hak eksenli sistemi de getirerek gösterdi”


SAYGIN KİŞİLİĞİNİ ANLATMAYA DEVAM EDECEĞİZ
Dünya Ehlibeyt Vakfı Başkanı Fermani Altun ”Prof. Dr. Necmettin Erbakan tarihi kişiliği, mütevaziliği, kadir şinaslığı, ve devlet adamlığı yönüyle Türkiye’nin yetişmiş en önemli kişisiydi. 40 yılı aşkın dostluğumuz vardı. Dostlarına çok önem verirdi. Başbakan olunca makamına çağırdı, uzun uzun kendisi ile Türkiye’nin birlik ve beraberliği üzerine konuşmuştuk. Bilge bir insandı. Ehlibeyt Vakfı olarak onun duruşunu saygın kişiliğini anlatmaya devam edeceğiz.

HİÇ ŞAHISLARLA UĞRAŞMADI
Saadet Partisi Genel Başkan Yardımcısı Lütfi Yalman, “ Hocamız hiç şahıslarla uğraşmadı. Çünkü onun derdi milletti, ümmetti” dedi.
Yalman, Konya Ticaret Odası Konferans Salonunda düzenlenen, “Erbakan’ı Anlamak” adlı anma programında, Necmettin Erbakan’ın devlet ve siyaset adamı olduğunu söyledi.
Erbakan’ın Türkiye’de siyasetin yönünü değiştirdiğini belirten Yalman, “ Keşke hocamızın ilim adamlığı, ekonomiyi iyi biliyor olması ve nezaketli bir insan oluşunun bilindiği kadar iç dünyasındaki fırtınalar da anlaşılabilseydi. Çünkü o, insanlığı kurtarmak gibi bir ulvi davaya inanmış insandı. Hocamız hiç şahıslarla uğraşmadı. Çünkü onun derdi milletti, ümmetti” diye konuştu. Saadet Partisi Genel Başkan Yardımcısı Tacettin Çetinkaya da Erbakan’ın, yaşadığı dönemde çığır açan bir önder olduğunu dile getirdi. Toplumun maddi manevi kalkınmasını sağlayan Erbakan’ın, yeni kavramlar ürettiğini ve sistemler kurduğunu anlatan Çetinkaya, “Hocamız, çözümsüzlüğün olduğu bir dönemde çözüm üretti. Milli görüş hareketini başlattı. İslam dünyasının uyanışını sağladı ve milletin şuurunu artırmak için de bütün kurduğu siyasi partilerde yılmadan çabasını sürdürdü” ifadesini kullandı. Partinin Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Karaman ise “Devlet Adamı Yönüyle Erbakan” konulu konuşma yaptı.

“HOCAMIZIN KİŞİSEL ÖZELLİKLERİ” KONULU KONFERANS VERİLDİ
Erbakan’ın bilgi birikimi ve tecrübesi olan bir devlet adamı olduğunu vurgulayan Karaman, iyi bir devlet adamının hidayet ve feraset sahibi olması gerektiğini, bu özelliklerin de Erbakan’da mevcut bulunduğunu aktardı. Konuşmaların ardından, Necmettin Erbakan’ın 40 yıldır yanında bulunan ve son anlarına da tanık olan İbrahim Titiz, “Hocamızın Kişisel Özellikleri” konulu konferans verdi. Titiz, Erbakan’ın bir gününü nasıl değerlendirdiği, siyaset ve din anlayışıyla ilgili katılımcılara bilgi sundu.

Suriye'li yaralı kızın kahreden isteği..


Suriye'li yaralı kızın kahreden isteği.. VİDEOSuriye'li yaralı kızın kahreden isteği..
 
Suriyede bombalı saldırıda yaralanan bir çocuğun, bacağındaki yaraya müdahale etmek isteyen doktora Pijamamı kesme amca, o daha yeni demesi yürekleri dağladı.

Suriye’de bombalı saldırıda yaralanan bir çocuğun, bacağındaki yaraya müdahale etmek isteyen doktora “Pijamamı kesme amca, o daha yeni” demesi ve "Çok mutlu olduk diye mi oldu bu?" diye sorması yürekleri dağladı.
Suriye’deki çatışmaların en masum kurbanlarından çocukların savaştan nasıl etkilendiğine dair sosyal medyada yeni bir video daha yayınlandı. Görüntüde doktor, başında kanlar akarken ağlayan kız çocuğunu sakinleştirmek için okula gidip gitmediğini soruyor. Suriyeli çocuğun cevabı “Eve döndüm. Yemek yiyecektim, bomba düştü” şeklinde oluyor. Görüntülerin devamında, çocuğun feryatları dinmiyor. Suriyeli küçük kız, ayağını uzatmasını isteyen doktora “Amca kana bak. Çok korkuyorum, ya yürüyemezsem. Annem bugünde bir şey olmadan eve geldiğim için sevinmişti. Çok mutlu olduk diye mi oldu bunlar? Allah seni amacına ulaştırmasın Beşar. İnşallah ölürsün!” diyor.

SENİ ÇOK ÖZLLÜYORUZ SAVUNAN ADAM !

YENİ İMHA PROJESİ

İmha Projesi'nin yeni ayağı: Orta Afrika Cumhuriyeti VİDEO- FOTO GALERİ
 
ORTA AFRİKA CUMHURİYETİ DOSYASI
 
(NEO-COLLONIALISM, İSLAM DÜNYASI VE AFRİKA)
Ana Başlıklar
  • Orta Afrika Cumhuriyeti (Demografik Veriler)
  • Krizin Nedenleri
  • Krizin Aktörleri
  • Makro Perspektif
  • Mikro Perspektif
  • Sömürgecilik
  • Neo-Sömürgecilik
  • Ulusalcılık
  • Küresel Sistem ve İslam Dünyası
  • Krizin Ekonomik Nedenleri
  • Krizin Dini/İdeolojik Nedenleri
afrika-harita-kucuk_1.jpg
ORTA ARİKA CUMHURİYETİ HAKKINDA GENEL BİLGİLER
Resmi Adı:  Orta Afrika Cumhuriyeti:
Fransız Sömürüsü Döneminde Adı: RépubliqueCentrafricaine,
İslami Adı: Biladus Sudan
Başkenti: Bangui
Nüfusu: 5.2 milyon
Önemli Şehirleri: Bangui, Bimbu, Berbérati, Carnot
Yüzölçümü: 620.000 km (Türkiye’nin % 80’i büyüklüğünde)
Etnik Yapı: %33Baya, %27 Banda, % 27 Mandja, % 13 Sara, %10 Mhoum
Ortalama Yaşam Süresi: 39 yıl
Dil: Resmi dili Fransızca, Ulusal dil Sangho, ve çeşitli yerel diller
Din: % 25 Müslüman,  % 50 Hristiyan, % 25 Animist (Yerel Dinlere İnananlar)
Yönetim: Laik Cumhuriyet
Son aylarda İslam Dünyasının neredeyse her yerinde Müslüman halka yönelik soykırım niteliğindeki saldırılar artık İslam Dünyasını imha projesine dönüşen3. Dünya savaşını ifade etmektedir. İslam dünyası ile Batı arasındaki yerel diktatörler ve işbirlikçilerin, Hristiyan halkların, Budistlerin ve diğer aktörlerin kullanılması ile yürütülen direk savaş ve vekâlet savaşının etkilediği insan sayısı ve coğrafi alan genişliği 1. ve 2. Dünya savaşlarının neredeyse aynısıdır. Zaten bu katliamların ve karışıklıkların yaşandığı siyasi haritalar sürekli krizleri yeniden üretmek amacıyla Batılılar tarafından çizilmiştir.  Bu dosya son aylarda dünyanın gözleri önünde ve Fransa’nın garantörlüğü ve desteği ile Müslüman toplumun diri diri yakıldığı, köylerin ve kasabaların tarumar edildiği Orta Afrika Cumhuriyeti hakkındadır.
Orta Afrika Cumhuriyeti Kuzeyde Çad, Kuzeydoğu ’da Sudan, Doğu’da Batı destekli Hristiyan Sudan, Güneyde Demokratik Kongo ve Kongo, Batı’da ise Kamerun’un bulunduğu denize sınırı olmayan bir Afrika ülkesidir. Yaklaşık üç bin yıl önce Kamerun ve Sudan bölgelerine yerleşen Ubangian dili konuşan kabilelerle Bantu dili konuşan kabilelerin bölgeye yerleşmesi ile günümüzde Orta Afrika Cumhuriyetinin yerlileri bölgede yaşamaya başlamışlardır. Afrika’nın sahip olduğu dilsel ve etnik çeşitlilik bu ülkede de mevcuttur ve ülkede 80 ayrı dil konuşan 80 ayrı etnik grup yaşamaktadır. Afrika’nın tüm zenginlikleri gibi etnik ve dilsel zenginliği de fakirlik ve sefaletinin nedeni olmuştur. Müslümanların Doğu ve Orta Afrika’ya yerleşmeleri 10. asra denk gelmektedir. 1885 yılına kadar Orta Afrika Cumhuriyetine Batılı sömürgecilerin etkisi bulunmamaktadır. 1885 yılında bölgeye gelen Fransız, Alman ve Belçika sömürge güçleri Afrika’yı paylaşmış ve Fransa 1894 yılında bugün Orta Afrika’nın başkenti olan Bangui bölgesine askeri karargâhlarını kurup ülkenin sahibi olduklarını ilan etmişlerdir. Fransa’nın bölgeyi işgali son Biladu’s-Sudan Devleti lideri, Müslüman komutan Rabih b. Zübeyir’in direnişi ile karşılaşmıştır. Osmanlı Devletinin birçok bölgede saldırılara uğraması ve gücünü iyice kaybetmiş olması, sömürgeci güçlerin birkaç yüz yıl boyunca keşfettikleri kıtalardan elde ettikleri zenginliklerle edindikleri iktidar ve servet nedeniyle iyice güçlenmiş olmaları ve bölgede kendi iradesiyle ortaya çıkan liderlerin gücünün zayıflığı gibi nedenlerle Rabih’in ordusu 22 Nisan1900 yılında Kuseri savaşında mağlup edilmiştir. Fransızlar Rabih’in cesedini Kuseri nehrine atıp kesik başını şehirde dolaştırdıktan sonra 2014 yılında Fransız neo-Sömürüsüne karşı duracak Müslümanlara ders olması için şehrin meydanına asmışlardır. 
rabih-bin-zubeyrin-basi-22-nisan-1900-inca_1.jpg
Rabih Paşa Mısır Sudan’ının Avrupalılar tarafından işgal edilmesine karşı mücadele eden Mehdi hareketi ile de yardımlaşmış, ancak iki anti-emperyalist direniş gücü de kısıtlı askeri imkânlar nedeniyle başarıya ulaşamamıştır. 1902 yılından sonra Afrika’da Osmanlının hiçbir hâkimiyeti kalmamıştır. Artık Müslümanların hâkim olmadığı Afrika’ya kan ve gözyaşı hâkim olacaktır.
Yıl 2014: Orta Afrika’da Hristiyan Milisler tarafından diri diri yakılan Müslümanlar (+18)
Fransa 1910 yılında Çad bölge sömürge merkezini kurarak Orta Afrika bölgesini de Çad, Orta Kongo ve Gabon’un da dâhil olduğu dörtlü “Fransız Ekvator Afrika Federasyonuna” bağlamıştır.Orta Afrika’nın klasik tarz işgali ve sömürüsü 1958 yılına kadar devam etmiş 1960 yılında ise politik ulus devlet mantığına göre ülke neo-kolonyal yönetim bazında bağımsızlık kazanmıştır. Ancak aradan geçen 40 yılda ülke halkına yönelik asimilasyon politikaları halkın tümünün Fransızca konuşup yerel dinlere inanan ciddi oranda insanın da Hristiyanlaşmasına neden olmuştur. Fransa’nın ülkeye bağımsızlığı bahşetmesi hem klasik sömürünün gereksiz masraflarından kaçınmayı hedeflemiş olması hem de Naziler tarafından yerle bir edilen Fransa’nın sömürüyü askeri güç ile devam ettirecek kudreti yitirmiş olması dolayısıyladır. 2. Dünya savaşı sonrası galip ülkeler tarafından yeniden dizayn edilen “Yeni Dünya Sistemi” artık işgal ve sömürü projeleri için güçlü ülkelerin zayıf ülkeleri nezaketle ve diplomatik araçlarla ezdiği iddia edilen kurum olan Birleşmiş Milletleri kullanacak ve ulus devlet temelli politik form tüm Afrika’nın dekolonizasyon sürecinin sembolü haline gelecektir. Orta Afrika Cumhuriyeti 1960 yılında klasik Fransa işgalinden neo kolonyal döneme geçmiş bir Afrika Ulus Devletidir. Tıpkı diğer birçok Afrika ülkesinde olduğu gibi bu ülkede de Fransa tarafından sömürü dönemleri boyunca hem ülkede hem de Fransa’da önemli eğitim kurumlarında yetiştirilmiş elitler Fransa’nın çıkarlarını fiziki sömürü sonrası korumaya devam etmişlerdir.
1960 yılında ülkeden çekilen Fransa, Orta Afrika Cumhuriyeti’nin yönetimini Müslümanların ele geçirmesini engellemek için 1958 yılından itibaren Katolik misyonerler tarafından eğitilenBarthelemyBoganda’ya (4 Nisan 1910 – 29 Mart 1959) devretmiştir.[1]  1 Aralık 1958 yılında Charles de Gaulle ile görüşen Boganda’nın şartları Fransa tarafından kabul edilmiş ve kendisi Orta Afrika Otonom bölgesinin ilk cumhurbaşkanı olmuştur. 1938 yılında Boganda Orta Afrika bölgesinin ilk Roma Katolik Rahibi unvanı almıştır.[2]Boganda Afrika’nın bu bölgesinde bu döneme kadar Hıristiyanlığın izlerine çok az rastlanıldığını ve tıpkı sömürenlerin dili gibi sömürenlerin dininin de Afrika’ya neo kolonyal dönemlere yatırım olarak işgal dönemlerinde aşılandığını sembolize eden önemli bir figürdür.
boganda-inca_1.jpg
BarthelemyBoganda’ya (4 Nisan 1910 – 29 Mart 1959)
 
Boganda 2. Dünya Savaşı sırasında Fransa adına birçok görev alacak kadar Fransa’ya yakın bir liderdir. Ancak aynı liderin savaş sonrası oldukça farklı bir kimlik ile sahneye çıkması gayet şaşırtıcıdır. Savaş sonrası ülkesine dönen Boganda Fransız sömürüsüne karşı en ateşli konuşmaları yapan lider olarak ön plana çıkmıştır. Sömürge halkları kendi özgürlük savaşçılarının da bizzat sömürgeciler tarafından eğitilip destelendiğini aradan geçen 60 yıl sonra öğreneceklerdir. Belki de şu an bu halkların büyük çoğunluğunun bilmediği gibi hiç öğrenemeyeceklerdir. Boganda 29 Mart 1959 yılında bir uçak kazasında yaşamını yitirmiştir. Yerine yine misyoner eğitimden geçirilmiş kuzeniDavid Dacko (24 Mart 1930 – 20 Kasım 2003) geçmiştir.
president-d-dacko-stamp-inca_1.jpg
David Dacko (24 Mart 1930 – 20 Kasım 2003) Bağımsız Orta Afrika’nın İlk Cumhurbaşkanı
 
Orta Afrika Cumhuriyeti 6 yıllık Dacko iktidarının ardından Albay Jean-Bédel Bokassa tarafından düzenlenen bir darbe ile monarşi yönetimine geçmiştir. Albay Bokassa 20 Aralık 1979 yılında ise tekrar David Dacko tarafından yapılan bir darbe ile devrilmiştir.
bokassa-colored-inca_1.jpg
Ülkede kronolojik olarak aşağıdaki iktidar değişimleri sürekli kendini yeniden üreten problemlerle beraber devam etmiştir.
  • 20 Eylül 1981 General André Kolingba darbesi
  • 1992 Çok Partili Döneme Geçiş
  • 15 Mart 2003 General François Bozizé darbesi
  • 27 Aralık 2012 Seleka iktidarı
2003 yılında iktidara gelen Bozize düzenlenen seçimlerde oyların %64’ünü alarak seçimi kazanmıştır. Ancak Bozize’nin hile yaptığı iddiaları üzerine liderliğini MichelDjotodia’nın yaptığı Birlik için Demokratik Güçler Birliği (union of Democratic Forcesfor Unity) (UFDR), seçimlere itiraz etmiş ve Müslüman katliamına dönüşen çatışma başlamıştır. UFDR güçleri Convention of Patriots for Justice and Peace (CPJP), People's Army forthe Restoration of Democracy (APRD), ve Movement of Central African Liberators for Justice (MLCJ) isimli grupların birleşiminden oluşmuştur. Bu grupların tümünün oluşturduğu ittifak medyada sürekli ismi geçen “Seleka” ittifakıdır. Bu grupların siyasi arenada mücadelelerine rağmen iktidarı elinde bulunduran Bozize cuntası seçim hileleri ile iktidarını korumaya devam etmiş ve yer yer silahlı çatışmalar gerçekleşmiştir.
ghndghng_1.jpg
Kasım 2006 tarihinde Fransa tarafından desteklenen Bozize yönetimi ülkenin bazı şehirlerini elinde tutan Müslüman yoğunluklu Seleka güçlerine karşı sömürgeci ülkeden destek istemiş[3] ve Fransız Mirage jetleri bölgedeki birçok hedefi bombalayarak hükumete destek olmuştur.[4] Aynı Fransa’nın şu an ülkede istikrarın yeniden sağlanması için hiçbir girişimde bulunmaması ülkedeki Müslüman nüfusun tamamen yok edilmesine yönelik planın bir parçası olarak görülüyor. Silahlı çatışmalar Aralık 2012’de ülkenin her yerine yayılmış, eski muhalif grupların yeni güçlenen bazı muhalif güçlerle birleşiminden oluşan ve yerel dilde “Koalisyon” anlamına gelen “Seleka” güçleri ülkenin başkentini ele geçirerek Michel Djotodia’yı devlet başkanı olarak atamıştır. Ancak Fransa Afrika ülkelerinin ve Batı ülkelerinin desteği ile Seleka güçlerine karşı Barış Birliği adı altında işgal gücü konuşlandırmış, İngiltere de Fransa’ya destek olmuştur. Belçika ve Amerika da hava gücü desteği ile Afrika’nın Brundi başta olmak üzere birçok ülkesinden işgal güçlerini Müslüman nüfusu etkisiz hale getirme operasyonuna destek amacıyla Orta Afrika Cumhuriyetine taşımıştır. Gerçek şu ki Seleka sadece Müslümanlardan oluşan İslamcı bir yapı değildir ve ülkede Hristiyanların bugün binlerce Müslümanı öldürüp yaraladığı katliama meşruiyet sağlamak amacıyla bahane olarak kullandıkları bazı münferit saldırıları Seleka kontrolünde olmayan ve olayları tırmandırmak isteyen gruplar yapmışlardır. Bu gruplar da büyük oranda devrik lider Bozize tarafından desteklenmektedir. Fransa ise ülkede devrik diktatör Bozize’yi tekrar iktidara getirmek ya da en azından çıkarlarını koruyacak bir Hristiyan lideri iktidar yapmak amacıyla ülkede katliamı teşvik etmektedir.[5]
Orta Afrika bağımsızlığının 56 yılının 31 yılında askeri cuntalarla yönetilmiştir. Ordunun ülke siyasetinde oldukça etkili olduğu ülkede Müslümanlara yönelik katliamların da uzun yıllar Fransa tarafından desteklenen ordu tarafından işlenmesi olayın uluslararası boyutunu gündeme getirmektedir. Şu anda ülkede yaşanan katliamda büyük etkisi olan, darbe ile başa gelen ve Dusseldorf’da elmas kaçakçılığı yaptığı için gözaltına alınan Bozize 2003 yılında yapılan seçimlerde en önemli iki rakibine ülkeye girme yasağı getirmiş ancak seçimlere bir ay kala yasağı kaldırmıştır. Böylece rakiplerini eleyen Bozizeaynı zamanda demokratik bir seçim yapıldığı izlenimi vermiştir.
 
Sudan İlişkisi
Bilindiği gibi 31 milyon nüfusa sahip olan Afrika’nın en büyük 3. ülkesi Sudan Batılı ülkeler tarafından önce devlet başkanının insan hakları ihlali yaptığı iddiasıyla Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne (UCM) sevk edilmesi ve ardından da yoğun bir insan hakları ve medya kurumları merkezli propaganda sonrası 2’ye bölünmüştü. Ülkede sayıları 4.5 milyon olan Hristiyanlara ayrı bir devlet hakkı tanıyan uluslararası toplum Hindistan’da sayıları 350 milyonu bulan Müslümanların devlet talebi bir yana en temel insan hakları taleplerine bile göz yummakla eleştirilmektedir. Sudan’da, Güney Sudan Hristiyan devletini kuran Batılı güçler ve Afrika’nın sömürgeci ülkeleri Mısır Hıristiyanlarını silahlandırıp ekonomik anlamda müreffeh yapmıştır. Aynı güçler Etiyopya’da Hristiyanları iktidarda güçlendirip Ogaden’i Hristiyanlaştırmış, Nijerya’da Hristiyan güçleri iktidara getirmiş, Somali ve Kenya’da İslami hareketleri etkisiz hale getirmek için işgaller organize etmiş, Mali’de İslami hareketin iktidarını engellemiş, Çad’da yakın gelecekte ortaya çıkacak benzer problemler için hazırlıklarını neredeyse tamamlamıştır.
 
harita-inca_1.jpg
Müslüman bir Liderin Kanlı Bedeli
"Vurun onlara… Vurun ve yakın evlerini, kentlerini mescitlerini… Ta ki anlasınlar bir Hristiyan’ın bile yaşadığı ülkelerde Müslümanların iktidara gelmesinin bedellerini…"
Bu sözler Nijerya, Etiyopya ve Kenya’da yaşanan çatışmayı özetlemektedir.Michel Djotodia’nın iktidarını diğer birçok darbe yönetiminin iktidarından farklı yapan tek şey kendisinin 1949 doğumlu bir Müslüman olmasıdır. Seleka hareketi her ne kadar Müslüman çoğunluklu bir yapılanma olsa da farklı dinlerden birçok mensubu da bulunmaktadır. Dosyada aktarılan bilgilerden de anlaşılabileceği gibi Orta Afrika Cumhuriyetinde yaşanan çatışma kabile ilişkilerinin, dış güçlerin, dini akımların ve çıkar çevrelerinin tümünün etkili olduğu bir krizi yansıtmaktadır. Orta Afrika’daki kriz her ne kadar Müslüman halkın acımasızca modern dünyanın gözleri önünde katledilerek yüz yıllardır yaşadıkları ülkeden kovuldukları bir çatışmaya dönüşse de krizin başlangıcında bir Müslüman-Hıristiyan çatışmasından daha fazla tansiyon unsurunun varlığı göz ardı edilmemelidir. Ancak bu çatışmada da dikkat edilmesi gereken temel nokta günümüz aktörlerinin yaptığı hak ihlalleri ve katliamlar değildir. Asıl odaklanılması gereken nokta yaşanan krizlerin ve problemlerin temellerinde sömürge yönetimlerinin problemleri sürekli üretecek şekilde dizayn ettikleri sınırlar ve ulus devletlerin varlığı, sürekli bu ülkelerde dini ve demografik sistemi değiştirecek müdahaleleri ve bu ülkelerin zenginliklerini post-modern sömürü yöntemleriyle yağmalamaya devam etmeleridir.
Özellikle Müslümanların nüfus oranının az olduğu ülkelerden Myanmar ve Orta Afrika Cumhuriyetinde devam eden katliamların ülkede Müslüman varlığını çıkarlarına uygun görmeyen eski koloni güçlerinin tamamen İslamsız bir ülke politikaları ile alakalı olduğu gözden kaçırılmamalıdır. Kendilerine “Anti Balaka” (Kılıç Karşıtı) ismi verilen Hıristiyan militanların ülke Müslümanlarına yönelik giriştikleri saldırılar tamamen bir etnik temizliği amaçlamaktadır. BM ve Fransa ise Afrika Hristiyanlarının tıpkı Balkanlarda yapıldığı gibi Müslüman nüfusu etkisiz hale getirmeleri için kendilerine gereken zamanı tanımak ve bu sürede Müslümanları kontrol altına almaktır.
BM askerleri: Katliam Bekçileri Mi?
Yakılmakta Olan İnsanların ve Evlerin Göstermelik Koruyucuları
BBC’ye konuşan bir Fransız komutan Fransa’nın çatışmalarda Müslümanları silahsızlandırıp Hristiyanların silahlarına ve anti Balaka militanlarına dokunmayarak katliamı desteklediğini şu sözleriyle itiraf etmiştir.
Müslümanları silahsızlandırmak Hristiyanları silahsızlandırmaktan daha kolaydır. Çünkü Müslümanlar Hristiyanlara göre coğrafi açıdan daha dağınıklar.[6]
yanmakta-olan-bir-muslumanin-evini-korumayan-fransiz-askeri-3-ocak-2014-inca.jpg
Yanan Müslüman evlerini koru(ma)yan bir Fransız askeri
 
Görüldüğü gibi Fransa ülkede katliamı yapan çoğunluk Hristiyanlara herhangi bir müdahalede bulunmazken ve hatta onları desteklerken Müslümanların silahlarına el koymaktadır. Aşağıdaki videoda da Fransız askerlerin Müslümanların evlerindeki bıçakları bile aldığı gözlemlenmektedir. Aşağıdaki videoda Fransız askerler Müslümanların mallarını yağmalayan Hristiyan milislere “alın gidin” diyor ve videonun 1,6. dakikasında Müslümanlara ait bıçaklara el koyuyor.
Orta Afrika’da görev yapan 1600 Fransız askeri ve 4400 Afrika Birliği askeri ülkedeki aşırı dinci Hristiyanların Müslüman halkı -gelecekte ülkede kendilerine yer olmayacak şekilde- tam teşekküllü bir infaz ve tehcire zorlamasına sessiz kalmakta, hatta çoğu bölgede katliama destek vermektedir. Basına sızan birçok resimde Fransız askerlerinin yağmacılara ve katliamcılara karşı hiç bir girişimde bulunmadığını gösterdiği gibi Fransız ordusunun bazı bölgelerde Müslümanların kendilerini savunmak için oluşturdukları güçleri dağıtmak için anti Balaka militanlarına destek verdiğini göstermektedir.[7]
yanan-cami-inca.jpg
Başkent Bangui Müslümanların yanan evleri ve camileri
 
bhaymglciaaqfgc.jpg
Müslümanların etlerini yiyen yamyam Hristiyan milisler
 
Neo Kolonyalizm ve Afrika: Krize Makro Bakış
Sömürgeciliğin altın çağını yaşadığı iddia edilen modern dönemlerde İngiltere dünyanın çeyreğini sömürmekteydi. 1914 yılında Avrupa müttefikleriyle beraber dünyanın %80’ini sömürmekteydi.[8]  Ancak oldukça maliyetli olan bu fiziki işgal ve klasik sömürü metodu Yeni Dünyanın temellerinin atıldığı BM, IMF, Dünya Bankası ve NATO gibi kurumların dünyayı tek elden yönettiği, medyanın küresel boyutta tekelleştiği günümüzde terkedilmiş yerine post-modern sömürü metodu olan Neo-kolonyalizm ihdas edilmiştir. Zenginliklerin akışı yine Doğu’dan Batı’ya doğru seyretmekte dönüşüm ve bilginin bir yığın insanlık dışı olarak görülen değerle beraber akışı ise Batı’dan Doğuya seyretmektedir. Artık ülkelerin sömürü için bir diğerini işgal etmesine gerek yoktur.
CIA tarafından hazırlanan ve daha çok ülkelerin “Yeni Dünya Düzeni” projelerine göre hangi konumda ve güçte bulunduklarına dair veriler içeren “World Factbook” kaynağına göre Orta Afrika Cumhuriyeti’nin doğal kaynakları elmas başta olmak üzere, uranyum, altın, petrol, hidro-güç ve kereste olarak tanımlanmıştır. Ülke bir koloni gücünün sahip olmak isteyeceği her zenginliğe sahiptir.[9] Orta Afrika sorununa sadece bu ülkenin ulusal sınırları içerisinde ve yerel aktörler üzerinden yapılan her okuma analistleri yanlış sonuçlara götürecektir. Kimin devlet başkanı olacağından,  elmas, altın ve petrolün kime ne yollarla ulaştırılacağına kadar hemen her şeyin Fransa tarafından belirlendiği bir ülkede krize mikro bakış yanında makro bakış da gereklidir. Mali, Nijerya, Etiyopya, Somali, Kenya ve daha birçok Afrika ülkesinde uluslararası toplumun neo-sömürgecilik yöntemlerini uygulamaya koymuş olduğu artık uzmanlık gerektirmeden rahatlıkla görülebilecek bir gerçektir. Bu çatışmanın temelde sadece bir Hristiyan-Müslüman çatışması olduğu iddiası aynı zamanda Fransa’ya Hristiyanlığın amaçlarına ve ahlakına göre davrandığı itibarını da verecektir. Oysa yıllarca beraber yaşayarak komşuluk yaptığı Müslümanları katleden bir anti Balaka aşırı Hristiyan militana göre yapılan kutsal bir şey olsa da bir Fransız için İncil ve Hristiyanlık sadece elmasa ulaşmak için basamak yapılacak kâğıttan kerpiçtir. Kapitalizmin din de dâhil her şeyi kullanmayı doğru bulan yaklaşımı İncil ve misyonerler de dâhil her şeyi metalaştırmaktadır. Bununla beraber çatışmanın bir inanç savaşı olmadığını söylemek de hem kapitalizmin bir din ve dünya görüşü olarak kabul edilmesi hem de bu çatışmada Hristiyan güçlerle işbirliği yapıyor olması açısından değerlendirildiğinde mümkün gözükmemektedir.
Orta Afrika Cumhuriyetindeki çatışma makro düzlemde aşağıdaki ülkelerle ilişkilidir.
  • Nijerya: Çatışmanın Nijerya’da da Hristiyan-Müslüman çatışması olması, ülkede de Fulani’ler başta olmak üzere Orta Afrika’daki etnik yapının ve kabilelerin aynılarının ve benzerlerinin olması, bu ülkenin de sömürü altında bulunmuş olması ve neo kolonyal yöntemlerle hala sömürülmesi, bu ülkede de diğer Afrika Misyoner şemsiyesinin ortak faaliyetleri ve Hristiyanlığın sonradan yayılmış olması, bu ülkenin de fakir olması nedeniyle kriz bu ülke ile ilişkilidir.
 
  • Mali: Çatışmanın Mali’de de uranyum başta olmak üzere kaynaklar üzerinden yürümesi, bu ülkenin de Fransız sömürüsü altında bulunması, bu ülkede de zenciler, Araplar ve Tuareglerdâhil farklı etnik kabile gruplarının olması, bu ülkede diğerlerine oranla oldukça azınlık olan Hristiyanların Fransa tarafından desteklenmesi nedeniyle kriz Mali ile ilişkilidir.
 
  • Çad: Afrika’da şu an Hristiyan misyonerlerin eğitimi ellerinde tuttuğu ekonomiyi ise Müslümanların yürüttüğü ancak Hristiyanların Fransa başta olmak üzere Batı’dan büyük destek gördüğü bir ülke. Bu ülke de Fransız neo kolonyal uygulamalarının etkisialtındadır, burada da diktatörlük hâkimdir.Bu ülkede de Hristiyan nüfus gelecekte Fransa’nın çıkarları gereği Afrika’nın de-İslamizasyonu çerçevesinde çatışmalara sahne olacaktır.
 
  • Etiyopya: Bu ülkede de kalabalık Müslüman nüfusa karşı Hristiyanlar iktidardadır, bu ülkenin de zenginlikleri sömürülmekte ve ülke Avrupalı turistlerin tatil ve safari mekânı olarak kullanılmaktadır. Bu ülkede de dini çatışma yanında yukarıda sayılan ülkelerde olduğu gibi etnik çatışmalar da yaşanmaktadır. Etiyopya ayrıca Somali işgaline de açık destek vermiştir.
 
  • Mısır: Hristiyan Kıptilerin Avrupa ve Amerika tarafından silahlandırıldığı ve ülke yasalarına göre diplomatik dokunulmazlığı olan kiliselerin neredeyse tümünün altının silah deposuna çevrildiği bilinen bu ülkede çatışma kaynaklar üzerinden değil siyasi sömürü üzerinden yürümektedir. Ülkedeki Hristiyanlar hem Mısır iç siyasetinde hem de Mısır’ın özellikle de İsrail ile ilişkilerinde Batı ülkelerinin çıkarlarını korumak amacıyla desteklenmektedir.
 
  • Kenya: Bu ülkede de Hristiyan yönetim Müslüman nüfusa tahakküm etmekte ve dini baskının yanında ekonomik ambargo uygulamaktadır. Sömürü kanunları Kenya’daki Müslümanları ülkenin asli unsuru olarak kabul etmemiş ve ilk dönemlerden başlayarak Müslümanlar yabancı olarak sınıflandırılmışlardır.[10] Aynı şekilde bölgedeki Batı çıkarları gereği Somali’yi işgal eden bir diğer ülkedir.
 
  • Somali:Bölgede hiç Hristiyan misyonerin giremediği tek ülke olan Somali halkının % 100’ü Müslümandır. Ülkede Batılı ülkelerin diğer yerlerde kullandığı gibi Sünni’ler karşı kullanabileceği Caferi-Şii azınlık da yoktur. Somali sömürü politikalarına direndiği için cezalandırılmakta ve ülke sürekli işgallere uğramaktadır. Fransa bu ülkede de etkin rol üstlenmektedir. Fransız donanması Şebab’a karşı savaşta Somali şehirlerini bombalamaktadır.
 
Yukarıdaki ülkelerin hemen tümünün ortak özelliğini 4 maddede toplamak mümkündür:
  1. Hristiyan-Müslüman çatışması/Hristiyan terörizmi
  2. Kaynakların sömürülmesi
  3. Fransa’nın açık müdahaleleri
  4. Dini çatışma yanında etnik çatışmaların da yaşanması ve birinin diğerine rahatlıkla evirilmesi
Afrika’nın Fakirliğinin Nedeni Zenginliğidir!
Ülke elmas ve altın başta olmak üzere birçok doğal zenginliğe sahip olmasına rağmen dünyanın en fakir 10 ülkesinden birisidir. Tarih boyunca zenginliğini güç ile koruyan en zengin ülkeler ile fakirliği işgale değmeyecek derecede sefil ülkelerin çatışmaların nesnesi olmadığı bilinen bir gerçektir. Zenginler ve güçlüler arasındaki 1. ve 2. Dünya savaşı hariç güçlü ülkelerin birbiriyle giriştikleri çatışmalar bu ülkelerin özellikle sömürge dönemlerinde fakir ülkelere karşı yürüttükleri askeri operasyonlara kıyasla çok daha azdır. Zenginliğini korumaya kudreti olmayanlar için zenginliğin bir afete döndüğünün en gerçekçi hikâyesidir Afrika. Dünyanın en kıymetli madeni elmas, altın ve petrol. Bunların tümüne sahip olan bu kıtanın dünyanın en fakir bölgesi olması küresel sistemin üretenler ve tüketenler dengesi ile bir dünya inşa etmiş olması ve hakların ancak güç ile alınıp yine güç ile muhafaza edilebileceği hakikati ile ilintilidir. Orta Afrika Cumhuriyeti ne klasik oryantalist Afrika bakışı ve görselleri ile çöllerden oluşur, ne de suyu hiç olmayan çorak topraklardan. Bu ülke her yıl sellerin yaşandığı, ormanlarının en büyük gelir kaynağı olduğu bir ülkedir. Çoğu insana göre en önemli doğal zenginliği su kaynakları olan bir ülkenin susuzluğu “West andThe Rest” ayırımında öteki olarak kabul edilenin eline İncilin verilip toprağının ve servetinin çalınması dolayısıyladır. Bu bakış açısına göre: Afrika’nın Hıristiyanlarının dahi Papa gözünde 2. Sınıf Hristiyan olması beyaz adamın Hristiyan’ının da kapitalist olmuş olmasındandır.Hiç kimse Hristiyan Batı dünyasının aşağılık kompleksli gözlerin bakarak kamaştığı ihtişamlı güneşinin yakıtının sadece Müslümanlar olduğunu düşünmemelidir. Afrika’nın Hristiyanlarına Hristiyan ağabeylerinin yaptığını düşman düşmana yapmamıştır. Papa için paranın dini yoktur. Misyonerlik sömürgeciliğin keşif kolu ve öncü birliğidir.
 
Medya Operasyonu ile Meşrulaştırılan Katliam
Ülkede Müslüman katliamını haklı çıkarmak amacıyla birçok basın kuruluşunda ve hatta insan hakları raporlarında çatışmanın kaynağı olarak gösterilen Seleka liderinin Ocak ayında iktidardan çekilmeyi kabul etmesine rağmen tehcir ve katliam politikasının dünyanın gözleri önünde devam etmesi asıl çatışmanın iktidar mücadelesinin tarihi bir hesaplaşma amacıyla Hristiyan fanatikler tarafından kullanıldığını göstermektedir. Bugün Orta Afrika’da yaşanan katliam yaklaşık bir yıl önce Seleka hareketinin ülkede iktidara gelmesi sonrasında başlayan yoğun medya operasyonları ile meşru bir zemine oturtulmuştur. Son 20 yılda İslami yönetimlerin iktidara geldiği her ülkede kadın haklarından dini özgürlüklere kadar her alanda yoğun insan hakları ihlalleri ve çeşitli katliamların yapıldığına dair basına trajik hikâyelerin yansıtılması benzer politikaların ürünüdür. Mesela Seleka grubu iktidara geldikten sonra Daylight Time gazetesinin 3 Nisan 2013’te yaptığı haberlerde[11] Hristiyanların katledildiği işlenmiştir. Ancak o dönem yapılan haberlerin hiç birinde öldürülen Hristiyanlara ya da yıkılan kiliselere ait hiçbir görselin basına yansımaması da dikkat çekicidir. Konu hakkında bir haberde de Hristiyanların İslami kanunların egemen olması korkusu yaşadığına değinilmiştir. [12]
 
İnsan Eti Yiyen Vahşi Hıristiyanlar ve Bir İstihbarat Kurumu Olarak BBC
Birçok uluslararası haber kaynağında ve raporda Müslüman Seleka üyelerinin saldırılarının Hıristiyan milislerin saldırmasına neden olduğu iddia edilerek yapılan etnik temizlik ve katliamlar aklanmaya çalışılmaktadır. Bu anlamda BBC tarafından geçtiğimiz haftalarda yapılan bir haber özellikle dikkat çekicidir. Türkiye’de birçok Müslümana göre “gayri ahlaki yayınlar ve sol cenahın etkisi nedeniyle İslam karşıtı haberler yaptığı iddia edilen BBC” öldürdüğü Müslüman’ın uzuvlarını yiyen yamyam Hristiyan’ın ailesinin Müslümanlar tarafından öldürüldüğünü ve bu nedenle intikam aldığını belirterek olayı haklı göstermeye çalışmıştır. BBC’nin 150 bin insanın katledildiği Suriye’de tüm ailesi imha edilip eşine ve çocuklarına tecavüz edilen ve bundan dolayı öldürdüğü Esed askerinin ciğerini ısıran eski Esed askerinin haberini tüm Suriyeli direnişçilere mal ederek sürekli haber yapması kanalın istihbaratlar güdümündeki faaliyetlerine yönelik iddiaları güçlendirmektedir. (Hazırlayan: Abdulkadir ŞEN / INCANEWS)