![]() | |
(NEO-COLLONIALISM, İSLAM DÜNYASI VE AFRİKA)
Ana Başlıklar
- Orta Afrika Cumhuriyeti (Demografik Veriler)
- Krizin Nedenleri
- Krizin Aktörleri
- Makro Perspektif
- Mikro Perspektif
- Sömürgecilik
- Neo-Sömürgecilik
- Ulusalcılık
- Küresel Sistem ve İslam Dünyası
- Krizin Ekonomik Nedenleri
- Krizin Dini/İdeolojik Nedenleri

ORTA ARİKA CUMHURİYETİ HAKKINDA GENEL BİLGİLER
Resmi Adı: Orta Afrika Cumhuriyeti:
Fransız Sömürüsü Döneminde Adı: RépubliqueCentrafricaine,
İslami Adı: Biladus Sudan
Başkenti: Bangui
Nüfusu: 5.2 milyon
Önemli Şehirleri: Bangui, Bimbu, Berbérati, Carnot
Yüzölçümü: 620.000 km (Türkiye’nin % 80’i büyüklüğünde)
Etnik Yapı: %33Baya, %27 Banda, % 27 Mandja, % 13 Sara, %10 Mhoum
Ortalama Yaşam Süresi: 39 yıl
Dil: Resmi dili Fransızca, Ulusal dil Sangho, ve çeşitli yerel diller
Din: % 25 Müslüman, % 50 Hristiyan, % 25 Animist (Yerel Dinlere İnananlar)
Yönetim: Laik Cumhuriyet
Son
aylarda İslam Dünyasının neredeyse her yerinde Müslüman halka yönelik
soykırım niteliğindeki saldırılar artık İslam Dünyasını imha projesine
dönüşen3. Dünya savaşını ifade etmektedir. İslam dünyası ile Batı
arasındaki yerel diktatörler ve işbirlikçilerin, Hristiyan halkların,
Budistlerin ve diğer aktörlerin kullanılması ile yürütülen direk savaş
ve vekâlet savaşının etkilediği insan sayısı ve coğrafi alan genişliği
1. ve 2. Dünya savaşlarının neredeyse aynısıdır. Zaten bu katliamların
ve karışıklıkların yaşandığı siyasi haritalar sürekli krizleri yeniden
üretmek amacıyla Batılılar tarafından çizilmiştir. Bu dosya son aylarda
dünyanın gözleri önünde ve Fransa’nın garantörlüğü ve desteği ile
Müslüman toplumun diri diri yakıldığı, köylerin ve kasabaların tarumar
edildiği Orta Afrika Cumhuriyeti hakkındadır.
Orta
Afrika Cumhuriyeti Kuzeyde Çad, Kuzeydoğu ’da Sudan, Doğu’da Batı
destekli Hristiyan Sudan, Güneyde Demokratik Kongo ve Kongo, Batı’da ise
Kamerun’un bulunduğu denize sınırı olmayan bir Afrika ülkesidir.
Yaklaşık üç bin yıl önce Kamerun ve Sudan bölgelerine yerleşen Ubangian
dili konuşan kabilelerle Bantu dili konuşan kabilelerin bölgeye
yerleşmesi ile günümüzde Orta Afrika Cumhuriyetinin yerlileri bölgede
yaşamaya başlamışlardır. Afrika’nın sahip olduğu dilsel ve etnik
çeşitlilik bu ülkede de mevcuttur ve ülkede 80 ayrı dil konuşan 80 ayrı
etnik grup yaşamaktadır. Afrika’nın tüm zenginlikleri gibi etnik ve
dilsel zenginliği de fakirlik ve sefaletinin nedeni olmuştur.
Müslümanların Doğu ve Orta Afrika’ya yerleşmeleri 10. asra denk
gelmektedir. 1885 yılına kadar Orta Afrika Cumhuriyetine Batılı
sömürgecilerin etkisi bulunmamaktadır. 1885 yılında bölgeye gelen
Fransız, Alman ve Belçika sömürge güçleri Afrika’yı paylaşmış ve Fransa
1894 yılında bugün Orta Afrika’nın başkenti olan Bangui bölgesine askeri
karargâhlarını kurup ülkenin sahibi olduklarını ilan etmişlerdir.
Fransa’nın bölgeyi işgali son Biladu’s-Sudan Devleti lideri, Müslüman
komutan Rabih b. Zübeyir’in direnişi ile karşılaşmıştır. Osmanlı
Devletinin birçok bölgede saldırılara uğraması ve gücünü iyice kaybetmiş
olması, sömürgeci güçlerin birkaç yüz yıl boyunca keşfettikleri
kıtalardan elde ettikleri zenginliklerle edindikleri iktidar ve servet
nedeniyle iyice güçlenmiş olmaları ve bölgede kendi iradesiyle ortaya
çıkan liderlerin gücünün zayıflığı gibi nedenlerle Rabih’in ordusu 22
Nisan1900 yılında Kuseri savaşında mağlup edilmiştir. Fransızlar
Rabih’in cesedini Kuseri nehrine atıp kesik başını şehirde
dolaştırdıktan sonra 2014 yılında Fransız neo-Sömürüsüne karşı duracak
Müslümanlara ders olması için şehrin meydanına asmışlardır.

Rabih
Paşa Mısır Sudan’ının Avrupalılar tarafından işgal edilmesine karşı
mücadele eden Mehdi hareketi ile de yardımlaşmış, ancak iki
anti-emperyalist direniş gücü de kısıtlı askeri imkânlar nedeniyle
başarıya ulaşamamıştır. 1902 yılından sonra Afrika’da Osmanlının hiçbir
hâkimiyeti kalmamıştır. Artık Müslümanların hâkim olmadığı Afrika’ya kan
ve gözyaşı hâkim olacaktır.
Yıl 2014: Orta Afrika’da Hristiyan Milisler tarafından diri diri yakılan Müslümanlar (+18)
Fransa
1910 yılında Çad bölge sömürge merkezini kurarak Orta Afrika bölgesini
de Çad, Orta Kongo ve Gabon’un da dâhil olduğu dörtlü “Fransız Ekvator
Afrika Federasyonuna” bağlamıştır.Orta Afrika’nın klasik tarz işgali ve
sömürüsü 1958 yılına kadar devam etmiş 1960 yılında ise politik ulus
devlet mantığına göre ülke neo-kolonyal yönetim bazında bağımsızlık
kazanmıştır. Ancak aradan geçen 40 yılda ülke halkına yönelik
asimilasyon politikaları halkın tümünün Fransızca konuşup yerel dinlere
inanan ciddi oranda insanın da Hristiyanlaşmasına neden olmuştur.
Fransa’nın ülkeye bağımsızlığı bahşetmesi hem klasik sömürünün gereksiz
masraflarından kaçınmayı hedeflemiş olması hem de Naziler tarafından
yerle bir edilen Fransa’nın sömürüyü askeri güç ile devam ettirecek
kudreti yitirmiş olması dolayısıyladır. 2. Dünya savaşı sonrası galip
ülkeler tarafından yeniden dizayn edilen “Yeni Dünya Sistemi” artık
işgal ve sömürü projeleri için güçlü ülkelerin zayıf ülkeleri nezaketle
ve diplomatik araçlarla ezdiği iddia edilen kurum olan Birleşmiş
Milletleri kullanacak ve ulus devlet temelli politik form tüm Afrika’nın
dekolonizasyon sürecinin sembolü haline gelecektir. Orta Afrika
Cumhuriyeti 1960 yılında klasik Fransa işgalinden neo kolonyal döneme
geçmiş bir Afrika Ulus Devletidir. Tıpkı diğer birçok Afrika ülkesinde
olduğu gibi bu ülkede de Fransa tarafından sömürü dönemleri boyunca hem
ülkede hem de Fransa’da önemli eğitim kurumlarında yetiştirilmiş elitler
Fransa’nın çıkarlarını fiziki sömürü sonrası korumaya devam
etmişlerdir.
1960
yılında ülkeden çekilen Fransa, Orta Afrika Cumhuriyeti’nin yönetimini
Müslümanların ele geçirmesini engellemek için 1958 yılından itibaren
Katolik misyonerler tarafından eğitilenBarthelemyBoganda’ya (4 Nisan 1910 – 29 Mart 1959) devretmiştir.[1]
1 Aralık 1958 yılında Charles de Gaulle ile görüşen Boganda’nın
şartları Fransa tarafından kabul edilmiş ve kendisi Orta Afrika Otonom
bölgesinin ilk cumhurbaşkanı olmuştur. 1938 yılında Boganda Orta Afrika
bölgesinin ilk Roma Katolik Rahibi unvanı almıştır.[2]Boganda
Afrika’nın bu bölgesinde bu döneme kadar Hıristiyanlığın izlerine çok
az rastlanıldığını ve tıpkı sömürenlerin dili gibi sömürenlerin dininin
de Afrika’ya neo kolonyal dönemlere yatırım olarak işgal dönemlerinde
aşılandığını sembolize eden önemli bir figürdür.

BarthelemyBoganda’ya (4 Nisan 1910 – 29 Mart 1959)
Boganda
2. Dünya Savaşı sırasında Fransa adına birçok görev alacak kadar
Fransa’ya yakın bir liderdir. Ancak aynı liderin savaş sonrası oldukça
farklı bir kimlik ile sahneye çıkması gayet şaşırtıcıdır. Savaş sonrası
ülkesine dönen Boganda Fransız sömürüsüne karşı en ateşli konuşmaları
yapan lider olarak ön plana çıkmıştır. Sömürge halkları kendi özgürlük
savaşçılarının da bizzat sömürgeciler tarafından eğitilip destelendiğini
aradan geçen 60 yıl sonra öğreneceklerdir. Belki de şu an bu halkların
büyük çoğunluğunun bilmediği gibi hiç öğrenemeyeceklerdir. Boganda 29
Mart 1959 yılında bir uçak kazasında yaşamını yitirmiştir. Yerine yine
misyoner eğitimden geçirilmiş kuzeniDavid Dacko (24 Mart 1930 – 20 Kasım 2003) geçmiştir.

David Dacko (24 Mart 1930 – 20 Kasım 2003) Bağımsız Orta Afrika’nın İlk Cumhurbaşkanı
Orta
Afrika Cumhuriyeti 6 yıllık Dacko iktidarının ardından Albay Jean-Bédel
Bokassa tarafından düzenlenen bir darbe ile monarşi yönetimine
geçmiştir. Albay Bokassa 20 Aralık 1979 yılında ise tekrar David Dacko
tarafından yapılan bir darbe ile devrilmiştir.

Ülkede kronolojik olarak aşağıdaki iktidar değişimleri sürekli kendini yeniden üreten problemlerle beraber devam etmiştir.
- 20 Eylül 1981 General André Kolingba darbesi
- 1992 Çok Partili Döneme Geçiş
- 15 Mart 2003 General François Bozizé darbesi
- 27 Aralık 2012 Seleka iktidarı
2003
yılında iktidara gelen Bozize düzenlenen seçimlerde oyların %64’ünü
alarak seçimi kazanmıştır. Ancak Bozize’nin hile yaptığı iddiaları
üzerine liderliğini MichelDjotodia’nın yaptığı Birlik için Demokratik
Güçler Birliği (union of Democratic Forcesfor Unity) (UFDR), seçimlere
itiraz etmiş ve Müslüman katliamına dönüşen çatışma başlamıştır. UFDR
güçleri Convention of Patriots for Justice and Peace (CPJP), People's
Army forthe Restoration of Democracy (APRD), ve Movement of Central
African Liberators for Justice (MLCJ) isimli grupların birleşiminden
oluşmuştur. Bu grupların tümünün oluşturduğu ittifak medyada sürekli
ismi geçen “Seleka” ittifakıdır. Bu grupların siyasi arenada
mücadelelerine rağmen iktidarı elinde bulunduran Bozize cuntası seçim
hileleri ile iktidarını korumaya devam etmiş ve yer yer silahlı
çatışmalar gerçekleşmiştir.

Kasım
2006 tarihinde Fransa tarafından desteklenen Bozize yönetimi ülkenin
bazı şehirlerini elinde tutan Müslüman yoğunluklu Seleka güçlerine karşı
sömürgeci ülkeden destek istemiş[3] ve Fransız Mirage jetleri bölgedeki birçok hedefi bombalayarak hükumete destek olmuştur.[4] Aynı
Fransa’nın şu an ülkede istikrarın yeniden sağlanması için hiçbir
girişimde bulunmaması ülkedeki Müslüman nüfusun tamamen yok edilmesine
yönelik planın bir parçası olarak görülüyor. Silahlı çatışmalar Aralık
2012’de ülkenin her yerine yayılmış, eski muhalif grupların yeni
güçlenen bazı muhalif güçlerle birleşiminden oluşan ve yerel dilde
“Koalisyon” anlamına gelen “Seleka” güçleri ülkenin başkentini ele
geçirerek Michel Djotodia’yı devlet başkanı olarak atamıştır. Ancak
Fransa Afrika ülkelerinin ve Batı ülkelerinin desteği ile Seleka
güçlerine karşı Barış Birliği adı altında işgal gücü konuşlandırmış,
İngiltere de Fransa’ya destek olmuştur. Belçika ve Amerika da hava gücü
desteği ile Afrika’nın Brundi başta olmak üzere birçok ülkesinden işgal
güçlerini Müslüman nüfusu etkisiz hale getirme operasyonuna destek
amacıyla Orta Afrika Cumhuriyetine taşımıştır. Gerçek şu ki Seleka
sadece Müslümanlardan oluşan İslamcı bir yapı değildir ve ülkede
Hristiyanların bugün binlerce Müslümanı öldürüp yaraladığı katliama
meşruiyet sağlamak amacıyla bahane olarak kullandıkları bazı münferit
saldırıları Seleka kontrolünde olmayan ve olayları tırmandırmak isteyen
gruplar yapmışlardır. Bu gruplar da büyük oranda devrik lider Bozize
tarafından desteklenmektedir. Fransa ise ülkede devrik diktatör
Bozize’yi tekrar iktidara getirmek ya da en azından çıkarlarını
koruyacak bir Hristiyan lideri iktidar yapmak amacıyla ülkede katliamı
teşvik etmektedir.[5]
Orta
Afrika bağımsızlığının 56 yılının 31 yılında askeri cuntalarla
yönetilmiştir. Ordunun ülke siyasetinde oldukça etkili olduğu ülkede
Müslümanlara yönelik katliamların da uzun yıllar Fransa tarafından
desteklenen ordu tarafından işlenmesi olayın uluslararası boyutunu
gündeme getirmektedir. Şu anda ülkede yaşanan katliamda büyük etkisi
olan, darbe ile başa gelen ve Dusseldorf’da elmas kaçakçılığı yaptığı
için gözaltına alınan Bozize 2003 yılında yapılan seçimlerde en önemli
iki rakibine ülkeye girme yasağı getirmiş ancak seçimlere bir ay kala
yasağı kaldırmıştır. Böylece rakiplerini eleyen Bozizeaynı zamanda
demokratik bir seçim yapıldığı izlenimi vermiştir.
Sudan İlişkisi
Bilindiği
gibi 31 milyon nüfusa sahip olan Afrika’nın en büyük 3. ülkesi Sudan
Batılı ülkeler tarafından önce devlet başkanının insan hakları ihlali
yaptığı iddiasıyla Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne (UCM) sevk edilmesi ve
ardından da yoğun bir insan hakları ve medya kurumları merkezli
propaganda sonrası 2’ye bölünmüştü. Ülkede sayıları 4.5 milyon olan
Hristiyanlara ayrı bir devlet hakkı tanıyan uluslararası toplum
Hindistan’da sayıları 350 milyonu bulan Müslümanların devlet talebi bir
yana en temel insan hakları taleplerine bile göz yummakla
eleştirilmektedir. Sudan’da, Güney Sudan Hristiyan devletini kuran
Batılı güçler ve Afrika’nın sömürgeci ülkeleri Mısır Hıristiyanlarını
silahlandırıp ekonomik anlamda müreffeh yapmıştır. Aynı güçler
Etiyopya’da Hristiyanları iktidarda güçlendirip Ogaden’i
Hristiyanlaştırmış, Nijerya’da Hristiyan güçleri iktidara getirmiş,
Somali ve Kenya’da İslami hareketleri etkisiz hale getirmek için
işgaller organize etmiş, Mali’de İslami hareketin iktidarını engellemiş,
Çad’da yakın gelecekte ortaya çıkacak benzer problemler için
hazırlıklarını neredeyse tamamlamıştır.

Müslüman bir Liderin Kanlı Bedeli
"Vurun
onlara… Vurun ve yakın evlerini, kentlerini mescitlerini… Ta ki
anlasınlar bir Hristiyan’ın bile yaşadığı ülkelerde Müslümanların
iktidara gelmesinin bedellerini…"
Bu
sözler Nijerya, Etiyopya ve Kenya’da yaşanan çatışmayı
özetlemektedir.Michel Djotodia’nın iktidarını diğer birçok darbe
yönetiminin iktidarından farklı yapan tek şey kendisinin 1949 doğumlu
bir Müslüman olmasıdır. Seleka hareketi her ne kadar Müslüman çoğunluklu
bir yapılanma olsa da farklı dinlerden birçok mensubu da bulunmaktadır.
Dosyada aktarılan bilgilerden de anlaşılabileceği gibi Orta Afrika
Cumhuriyetinde yaşanan çatışma kabile ilişkilerinin, dış güçlerin, dini
akımların ve çıkar çevrelerinin tümünün etkili olduğu bir krizi
yansıtmaktadır. Orta Afrika’daki kriz her ne kadar Müslüman halkın
acımasızca modern dünyanın gözleri önünde katledilerek yüz yıllardır
yaşadıkları ülkeden kovuldukları bir çatışmaya dönüşse de krizin
başlangıcında bir Müslüman-Hıristiyan çatışmasından daha fazla tansiyon
unsurunun varlığı göz ardı edilmemelidir. Ancak bu çatışmada da dikkat
edilmesi gereken temel nokta günümüz aktörlerinin yaptığı hak ihlalleri
ve katliamlar değildir. Asıl odaklanılması gereken nokta yaşanan
krizlerin ve problemlerin temellerinde sömürge yönetimlerinin
problemleri sürekli üretecek şekilde dizayn ettikleri sınırlar ve ulus
devletlerin varlığı, sürekli bu ülkelerde dini ve demografik sistemi
değiştirecek müdahaleleri ve bu ülkelerin zenginliklerini post-modern
sömürü yöntemleriyle yağmalamaya devam etmeleridir.
Özellikle
Müslümanların nüfus oranının az olduğu ülkelerden Myanmar ve Orta
Afrika Cumhuriyetinde devam eden katliamların ülkede Müslüman varlığını
çıkarlarına uygun görmeyen eski koloni güçlerinin tamamen İslamsız bir
ülke politikaları ile alakalı olduğu gözden kaçırılmamalıdır.
Kendilerine “Anti Balaka” (Kılıç Karşıtı) ismi verilen Hıristiyan
militanların ülke Müslümanlarına yönelik giriştikleri saldırılar tamamen
bir etnik temizliği amaçlamaktadır. BM ve Fransa ise Afrika
Hristiyanlarının tıpkı Balkanlarda yapıldığı gibi Müslüman nüfusu
etkisiz hale getirmeleri için kendilerine gereken zamanı tanımak ve bu
sürede Müslümanları kontrol altına almaktır.
BM askerleri: Katliam Bekçileri Mi?
Yakılmakta Olan İnsanların ve Evlerin Göstermelik Koruyucuları
BBC’ye
konuşan bir Fransız komutan Fransa’nın çatışmalarda Müslümanları
silahsızlandırıp Hristiyanların silahlarına ve anti Balaka militanlarına
dokunmayarak katliamı desteklediğini şu sözleriyle itiraf etmiştir.
Müslümanları
silahsızlandırmak Hristiyanları silahsızlandırmaktan daha kolaydır.
Çünkü Müslümanlar Hristiyanlara göre coğrafi açıdan daha dağınıklar.[6]

Yanan Müslüman evlerini koru(ma)yan bir Fransız askeri
Görüldüğü
gibi Fransa ülkede katliamı yapan çoğunluk Hristiyanlara herhangi bir
müdahalede bulunmazken ve hatta onları desteklerken Müslümanların
silahlarına el koymaktadır. Aşağıdaki videoda da Fransız askerlerin
Müslümanların evlerindeki bıçakları bile aldığı gözlemlenmektedir.
Aşağıdaki videoda Fransız askerler Müslümanların mallarını yağmalayan
Hristiyan milislere “alın gidin” diyor ve videonun 1,6. dakikasında
Müslümanlara ait bıçaklara el koyuyor.
Orta
Afrika’da görev yapan 1600 Fransız askeri ve 4400 Afrika Birliği askeri
ülkedeki aşırı dinci Hristiyanların Müslüman halkı -gelecekte ülkede
kendilerine yer olmayacak şekilde- tam teşekküllü bir infaz ve tehcire
zorlamasına sessiz kalmakta, hatta çoğu bölgede katliama destek
vermektedir. Basına sızan birçok resimde Fransız askerlerinin
yağmacılara ve katliamcılara karşı hiç bir girişimde bulunmadığını
gösterdiği gibi Fransız ordusunun bazı bölgelerde Müslümanların
kendilerini savunmak için oluşturdukları güçleri dağıtmak için anti
Balaka militanlarına destek verdiğini göstermektedir.[7]

Başkent Bangui Müslümanların yanan evleri ve camileri

Müslümanların etlerini yiyen yamyam Hristiyan milisler
Neo Kolonyalizm ve Afrika: Krize Makro Bakış
Sömürgeciliğin
altın çağını yaşadığı iddia edilen modern dönemlerde İngiltere dünyanın
çeyreğini sömürmekteydi. 1914 yılında Avrupa müttefikleriyle beraber
dünyanın %80’ini sömürmekteydi.[8]
Ancak oldukça maliyetli olan bu fiziki işgal ve klasik sömürü metodu
Yeni Dünyanın temellerinin atıldığı BM, IMF, Dünya Bankası ve NATO gibi
kurumların dünyayı tek elden yönettiği, medyanın küresel boyutta
tekelleştiği günümüzde terkedilmiş yerine post-modern sömürü metodu olan
Neo-kolonyalizm ihdas edilmiştir. Zenginliklerin akışı yine Doğu’dan
Batı’ya doğru seyretmekte dönüşüm ve bilginin bir yığın insanlık dışı
olarak görülen değerle beraber akışı ise Batı’dan Doğuya seyretmektedir.
Artık ülkelerin sömürü için bir diğerini işgal etmesine gerek yoktur.
CIA
tarafından hazırlanan ve daha çok ülkelerin “Yeni Dünya Düzeni”
projelerine göre hangi konumda ve güçte bulunduklarına dair veriler
içeren “World Factbook” kaynağına göre Orta Afrika Cumhuriyeti’nin doğal
kaynakları elmas başta olmak üzere, uranyum, altın, petrol, hidro-güç
ve kereste olarak tanımlanmıştır. Ülke bir koloni gücünün sahip olmak
isteyeceği her zenginliğe sahiptir.[9] Orta
Afrika sorununa sadece bu ülkenin ulusal sınırları içerisinde ve yerel
aktörler üzerinden yapılan her okuma analistleri yanlış sonuçlara
götürecektir. Kimin devlet başkanı olacağından, elmas, altın ve
petrolün kime ne yollarla ulaştırılacağına kadar hemen her şeyin Fransa
tarafından belirlendiği bir ülkede krize mikro bakış yanında makro bakış
da gereklidir. Mali, Nijerya, Etiyopya, Somali, Kenya ve daha birçok
Afrika ülkesinde uluslararası toplumun neo-sömürgecilik yöntemlerini
uygulamaya koymuş olduğu artık uzmanlık gerektirmeden rahatlıkla
görülebilecek bir gerçektir. Bu çatışmanın temelde sadece bir
Hristiyan-Müslüman çatışması olduğu iddiası aynı zamanda Fransa’ya
Hristiyanlığın amaçlarına ve ahlakına göre davrandığı itibarını da
verecektir. Oysa yıllarca beraber yaşayarak komşuluk yaptığı
Müslümanları katleden bir anti Balaka aşırı Hristiyan militana göre
yapılan kutsal bir şey olsa da bir Fransız için İncil ve Hristiyanlık
sadece elmasa ulaşmak için basamak yapılacak kâğıttan kerpiçtir.
Kapitalizmin din de dâhil her şeyi kullanmayı doğru bulan yaklaşımı
İncil ve misyonerler de dâhil her şeyi metalaştırmaktadır. Bununla
beraber çatışmanın bir inanç savaşı olmadığını söylemek de hem
kapitalizmin bir din ve dünya görüşü olarak kabul edilmesi hem de bu
çatışmada Hristiyan güçlerle işbirliği yapıyor olması açısından
değerlendirildiğinde mümkün gözükmemektedir.
Orta Afrika Cumhuriyetindeki çatışma makro düzlemde aşağıdaki ülkelerle ilişkilidir.
- Nijerya: Çatışmanın Nijerya’da da Hristiyan-Müslüman çatışması olması, ülkede de Fulani’ler başta olmak üzere Orta Afrika’daki etnik yapının ve kabilelerin aynılarının ve benzerlerinin olması, bu ülkenin de sömürü altında bulunmuş olması ve neo kolonyal yöntemlerle hala sömürülmesi, bu ülkede de diğer Afrika Misyoner şemsiyesinin ortak faaliyetleri ve Hristiyanlığın sonradan yayılmış olması, bu ülkenin de fakir olması nedeniyle kriz bu ülke ile ilişkilidir.
- Mali: Çatışmanın Mali’de de uranyum başta olmak üzere kaynaklar üzerinden yürümesi, bu ülkenin de Fransız sömürüsü altında bulunması, bu ülkede de zenciler, Araplar ve Tuareglerdâhil farklı etnik kabile gruplarının olması, bu ülkede diğerlerine oranla oldukça azınlık olan Hristiyanların Fransa tarafından desteklenmesi nedeniyle kriz Mali ile ilişkilidir.
- Çad: Afrika’da şu an Hristiyan misyonerlerin eğitimi ellerinde tuttuğu ekonomiyi ise Müslümanların yürüttüğü ancak Hristiyanların Fransa başta olmak üzere Batı’dan büyük destek gördüğü bir ülke. Bu ülke de Fransız neo kolonyal uygulamalarının etkisialtındadır, burada da diktatörlük hâkimdir.Bu ülkede de Hristiyan nüfus gelecekte Fransa’nın çıkarları gereği Afrika’nın de-İslamizasyonu çerçevesinde çatışmalara sahne olacaktır.
- Etiyopya: Bu ülkede de kalabalık Müslüman nüfusa karşı Hristiyanlar iktidardadır, bu ülkenin de zenginlikleri sömürülmekte ve ülke Avrupalı turistlerin tatil ve safari mekânı olarak kullanılmaktadır. Bu ülkede de dini çatışma yanında yukarıda sayılan ülkelerde olduğu gibi etnik çatışmalar da yaşanmaktadır. Etiyopya ayrıca Somali işgaline de açık destek vermiştir.
- Mısır: Hristiyan Kıptilerin Avrupa ve Amerika tarafından silahlandırıldığı ve ülke yasalarına göre diplomatik dokunulmazlığı olan kiliselerin neredeyse tümünün altının silah deposuna çevrildiği bilinen bu ülkede çatışma kaynaklar üzerinden değil siyasi sömürü üzerinden yürümektedir. Ülkedeki Hristiyanlar hem Mısır iç siyasetinde hem de Mısır’ın özellikle de İsrail ile ilişkilerinde Batı ülkelerinin çıkarlarını korumak amacıyla desteklenmektedir.
- Kenya: Bu ülkede de Hristiyan yönetim Müslüman nüfusa tahakküm etmekte ve dini baskının yanında ekonomik ambargo uygulamaktadır. Sömürü kanunları Kenya’daki Müslümanları ülkenin asli unsuru olarak kabul etmemiş ve ilk dönemlerden başlayarak Müslümanlar yabancı olarak sınıflandırılmışlardır.[10] Aynı şekilde bölgedeki Batı çıkarları gereği Somali’yi işgal eden bir diğer ülkedir.
- Somali:Bölgede hiç Hristiyan misyonerin giremediği tek ülke olan Somali halkının % 100’ü Müslümandır. Ülkede Batılı ülkelerin diğer yerlerde kullandığı gibi Sünni’ler karşı kullanabileceği Caferi-Şii azınlık da yoktur. Somali sömürü politikalarına direndiği için cezalandırılmakta ve ülke sürekli işgallere uğramaktadır. Fransa bu ülkede de etkin rol üstlenmektedir. Fransız donanması Şebab’a karşı savaşta Somali şehirlerini bombalamaktadır.
Yukarıdaki ülkelerin hemen tümünün ortak özelliğini 4 maddede toplamak mümkündür:
- Hristiyan-Müslüman çatışması/Hristiyan terörizmi
- Kaynakların sömürülmesi
- Fransa’nın açık müdahaleleri
- Dini çatışma yanında etnik çatışmaların da yaşanması ve birinin diğerine rahatlıkla evirilmesi
Afrika’nın Fakirliğinin Nedeni Zenginliğidir!
Ülke
elmas ve altın başta olmak üzere birçok doğal zenginliğe sahip olmasına
rağmen dünyanın en fakir 10 ülkesinden birisidir. Tarih boyunca
zenginliğini güç ile koruyan en zengin ülkeler ile fakirliği işgale
değmeyecek derecede sefil ülkelerin çatışmaların nesnesi olmadığı
bilinen bir gerçektir. Zenginler ve güçlüler arasındaki 1. ve 2. Dünya
savaşı hariç güçlü ülkelerin birbiriyle giriştikleri çatışmalar bu
ülkelerin özellikle sömürge dönemlerinde fakir ülkelere karşı
yürüttükleri askeri operasyonlara kıyasla çok daha azdır. Zenginliğini
korumaya kudreti olmayanlar için zenginliğin bir afete döndüğünün en
gerçekçi hikâyesidir Afrika. Dünyanın en kıymetli madeni elmas, altın ve
petrol. Bunların tümüne sahip olan bu kıtanın dünyanın en fakir bölgesi
olması küresel sistemin üretenler ve tüketenler dengesi ile bir dünya
inşa etmiş olması ve hakların ancak güç ile alınıp yine güç ile muhafaza
edilebileceği hakikati ile ilintilidir. Orta Afrika Cumhuriyeti ne
klasik oryantalist Afrika bakışı ve görselleri ile çöllerden oluşur, ne
de suyu hiç olmayan çorak topraklardan. Bu ülke her yıl sellerin
yaşandığı, ormanlarının en büyük gelir kaynağı olduğu bir ülkedir. Çoğu
insana göre en önemli doğal zenginliği su kaynakları olan bir ülkenin
susuzluğu “West andThe Rest” ayırımında öteki olarak kabul edilenin
eline İncilin verilip toprağının ve servetinin çalınması dolayısıyladır.
Bu bakış açısına göre: Afrika’nın Hıristiyanlarının dahi Papa gözünde
2. Sınıf Hristiyan olması beyaz adamın Hristiyan’ının da kapitalist
olmuş olmasındandır.Hiç
kimse Hristiyan Batı dünyasının aşağılık kompleksli gözlerin bakarak
kamaştığı ihtişamlı güneşinin yakıtının sadece Müslümanlar olduğunu
düşünmemelidir. Afrika’nın Hristiyanlarına Hristiyan ağabeylerinin
yaptığını düşman düşmana yapmamıştır. Papa için paranın dini yoktur.
Misyonerlik sömürgeciliğin keşif kolu ve öncü birliğidir.
Medya Operasyonu ile Meşrulaştırılan Katliam
Ülkede
Müslüman katliamını haklı çıkarmak amacıyla birçok basın kuruluşunda ve
hatta insan hakları raporlarında çatışmanın kaynağı olarak gösterilen
Seleka liderinin Ocak ayında iktidardan çekilmeyi kabul etmesine rağmen
tehcir ve katliam politikasının dünyanın gözleri önünde devam etmesi
asıl çatışmanın iktidar mücadelesinin tarihi bir hesaplaşma amacıyla
Hristiyan fanatikler tarafından kullanıldığını göstermektedir. Bugün
Orta Afrika’da yaşanan katliam yaklaşık bir yıl önce Seleka hareketinin
ülkede iktidara gelmesi sonrasında başlayan yoğun medya operasyonları
ile meşru bir zemine oturtulmuştur. Son 20 yılda İslami yönetimlerin
iktidara geldiği her ülkede kadın haklarından dini özgürlüklere kadar
her alanda yoğun insan hakları ihlalleri ve çeşitli katliamların
yapıldığına dair basına trajik hikâyelerin yansıtılması benzer
politikaların ürünüdür. Mesela Seleka grubu iktidara geldikten sonra
Daylight Time gazetesinin 3 Nisan 2013’te yaptığı haberlerde[11] Hristiyanların
katledildiği işlenmiştir. Ancak o dönem yapılan haberlerin hiç birinde
öldürülen Hristiyanlara ya da yıkılan kiliselere ait hiçbir görselin
basına yansımaması da dikkat çekicidir. Konu hakkında bir haberde de
Hristiyanların İslami kanunların egemen olması korkusu yaşadığına
değinilmiştir. [12]
İnsan Eti Yiyen Vahşi Hıristiyanlar ve Bir İstihbarat Kurumu Olarak BBC
Birçok
uluslararası haber kaynağında ve raporda Müslüman Seleka üyelerinin
saldırılarının Hıristiyan milislerin saldırmasına neden olduğu iddia
edilerek yapılan etnik temizlik ve katliamlar aklanmaya çalışılmaktadır.
Bu anlamda BBC tarafından geçtiğimiz haftalarda yapılan bir haber
özellikle dikkat çekicidir. Türkiye’de birçok Müslümana göre “gayri
ahlaki yayınlar ve sol cenahın etkisi nedeniyle İslam karşıtı haberler
yaptığı iddia edilen BBC” öldürdüğü Müslüman’ın uzuvlarını yiyen yamyam
Hristiyan’ın ailesinin Müslümanlar tarafından öldürüldüğünü ve bu
nedenle intikam aldığını belirterek olayı haklı göstermeye çalışmıştır.
BBC’nin 150 bin insanın katledildiği Suriye’de tüm ailesi imha edilip
eşine ve çocuklarına tecavüz edilen ve bundan dolayı öldürdüğü Esed
askerinin ciğerini ısıran eski Esed askerinin haberini tüm Suriyeli
direnişçilere mal ederek sürekli haber yapması kanalın istihbaratlar
güdümündeki faaliyetlerine yönelik iddiaları güçlendirmektedir. (Hazırlayan: Abdulkadir ŞEN / INCANEWS)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder